Sürdürülebilir finansman, yeşil tahviller, yenilenebilir enerji yatırımları ve koronavirüsün piyasalara etkilerini ESCARUS-TSKB Sürdürülebilirlik Danışmanlığı Genel Müdürü Dr. Kubilay Kavak ile konuştuk.
Dr. Kubilay Kavak
“Sürdürülebilir Finans Görünümü 2018” ve “Bir Eko-Sosyal Kriz Olarak COVID-19 Salgını ve Sürdürülebilirlik” başlıklı iki önemli raporunuz ile başlamak isterim. Sürdürülebilir Finans Raporu’nda bazı yeni yatırım türlerine vurgu yapıyorsunuz. Pandemi ile mücadele esnasında ekonomik toparlanma için finans sektörünün bu sürece nasıl katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?
“Sürdürülebilir Finans Görünümü 2018” raporu yenilikçi finansman araçlarını anlatmak, aynı zamanda yatırımcılara, finans kuruluşlarına ve alternatifler üzerinde kafa yoran sektör profesyonellerine ışık tutmak için Escarus’un çok değerli uzmanlarınca kaleme alınmıştı. Bu sene raporu güncel gelişmeler ışığında yenilemeyi düşünüyorduk ama araya COVID-19 salgını girdi. Belki dünyadaki puslu hava dağıldıktan ve finansal piyasalardaki eğilimler belirginleştikten sonra yeni bir başlıkla bu konuyu tekrar ele alabiliriz.
“Çevresel, sosyal ve ekonomik gelişmeler birbirleriyle çok hassas bir denge ve etkileşim içinde”
Salgının herkese bir kez daha hatırlattığı kritik hususlardan biri; çevresel, sosyal ve ekonomik gelişmelerin birbirleriyle çok hassas bir denge ve etkileşim içinde olduğu. Dolayısıyla, bu üç alana aynı anda dokunabilen bütüncül sürdürülebilir finansman mekanizmalarının önemi, içinde bulunduğumuz kriz döneminde daha fazla anlaşılıyor.
Salgının toplumlar, insanlar ve doğa üzerinde ortaya çıkan etkilerinin orta/uzun vadede küresel piyasalara da yansıyacağını düşünüyoruz. Çünkü aslında bu küresel salgın, tüm dünyaya, sürdürülebilir finansman araçlarının sadece çevreyi korumak için değil, toplumların sağlık, altyapı ve dayanıklılık gibi ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılabileceğini de hatırlattı.
“Özel sektör finansmanı, inovatif finansman araçları, kitle fonlamaları gibi farklı alternatiflerin de resme dâhil edilerek bütüncül bir yaklaşımla hareket edilmesi gerekiyor”
Bu konuyla ilgili detaylı analiz ve öngörülerimize ise Mayıs ayı içerisinde yayınladığımız “Bir Eko-Sosyal Kriz Olarak Covid-19 Salgını ve Sürdürülebilirlik” raporumuzda yer verdik. COVID-19 salgını ve sürdürülebilirlik arasındaki ilişkiyi iş perspektifinden irdeleyen bu raporda görülebileceği üzere; tüm dünyayı etkileyen, gelişmiş ve gelişmekte olan piyasaları eşit derecede vuran salgının etkilerini yönetmek sadece politika yapıcıların ve uluslararası kalkınma finansmanı kuruluşlarının atacağı adımlarla mümkün olmayacak.
Özel sektör finansmanı, inovatif finansman araçları, kitle fonlamaları gibi farklı alternatiflerin de resme dâhil edilerek bütüncül bir yaklaşımla hareket edilmesi gerekiyor.
“Yeşil tahviller, düşük karbonlu kalkınma ve ekonominin gelişmesi için kullanılabilecek alternatif imkânlar sunuyor”
Yeşil tahviller Türkiye’nin enerji sektöründe daha sürdürülebilir bir dönüşüm sağlayabilir mi?
Yeşil tahviller, gelirleri çevre dostu, yeşil ekonomiyi destekleyen projelerin finanse edilmesi amacıyla ihraç edilen finansman araçlarıdır. Dolayısıyla yeşil tahviller, düşük karbonlu kalkınma ve ekonominin gelişmesi için kullanılabilecek alternatif imkânlar sunmaktadır. Bu nedenle yeşil tahviller hem gelişmiş hem gelişmekte olan piyasalarda ilgi çekmektedir. Aslında sürdürülebilirlik temalı tahviller; aralarında yeşil, sosyal ve sürdürülebilir tahvilleri bulunduran bir tahvil ailesi olarak düşünülebilir.
İlk olarak 2007 yılında bir yeşil tahvil ihracıyla başlayan süreç, ilerleyen yıllarda sosyal ve sürdürülebilirlik tahvillerinin ihracıyla çeşitlendi. Sürdürülebilir tahvil dünyasında yeşil tahviller günümüzde açık ara birinciliği göğüslüyor. 2019 yılında dünyada yeşil tahvil ihraçları 257 milyar ABD Doları’na ulaştı.
“İklim değişikliğiyle mücadele ve temiz enerjiye yönelik projeler yeşil tahvillerin kullanıldığı önemli alanlar”
Yeşil tahvillerin kullandırıldığı alanları incelediğimizde iklim değişikliğiyle mücadele ve temiz enerjiye yönelik projelerin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Ülkemiz için de temiz ve yenilenebilir enerji üretimi, sürdürülebilir bir kalkınma patikasının tahkim edilmesi açısından büyük önem taşıyor.
Hâlihazırda özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi için yeşil tahviller ihracat yapanlara güzel bir fırsat sunuyor. İlerleyen dönemlerde büyük montanlı enerji verimliliği projelerinin de yeşil tahvillerin daha fazla gündeminde olması mümkündür.
Belki biliyorsunuzdur, Yeşil Tahvil Prensipleri (Green Bond Principles) diye bir kuruluş var, geçen yıl Escarus bu kuruluşun Danışma Kurulu’na seçildi. Söz konusu üyeliğimiz çerçevesinde yeşil tahvil piyasasındaki gelişmeleri yakından izliyoruz. Buna dayanarak diyebilirim ki yakın gelecekte yeşil tahvillerle ilgili düzenleyici çerçevelerin belirginleştiğini göreceğiz. Sadece enerji sektöründe değil, sürdürülebilir kalkınmayla ilgili diğer alanlarda da yeşil tahvillerin kaldıraç etkisi yaratması mümkün olacak. Çünkü tasarruf sahiplerinin birikimlerini daha çevre-dostu seçeneklerde değerlendirmek istedikleri bir dönem başladı.
Artan küresel bilinç ve beraberinde gelen sosyal baskılar, kirletici endüstrilere yönelik kısıtlamaları güçlendiriyor. Yeşil seçeneklerin ön plana çıktığı bu dönemde, yeşil vasfı doğrulanmış yatırımların bu şekilde olmayan yatırımlara göre daha kolay finansman bulabileceğini düşünüyoruz.
“Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri bize bir mihenk taşı olabilir”
Dünya çapında yapılan pek çok araştırmada ekonomik toparlanma önerileri sunuluyor. Sürdürülebilir bir gelecek için sizce Türkiye’de nasıl adımlar atılmalı? Bu adımlar için yeterli yatırım ve politik ortam var mı? Eski bir kamu planlamacısı olarak ne düşünürsünüz?
Sürdürülebilir bir gelecek için Türkiye’de bir kıyas noktasına ihtiyacımız var ve şu an yeryüzünde genel kabul görmüş olan Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri bize bir mihenk taşı olabilir. Escarus olarak mülga Kalkınma Bakanlığı için 2017 yılında yürüttüğümüz bir çalışmada Türkiye’nin tanımlanmış hedef ve alt hedefler açısından nerede olduğunun tespitini yapmaya çalışmıştık. Benzer bir çalışmayla önce referans noktasının belirlenmesi, sonra eksiklik bulunan alanlar için politika önerilerinin geliştirilmesi iyi olacaktır.
Türkiye sağlık göstergeleri açısından iyi bir yerdedir, Türkiye’de temiz içme suyuna erişim sorunu yoktur, elektrik şebekesi en ücra mezralara kadar ulaşmıştır ve bütün çocuklar ne mutlu ki zorunlu eğitime tâbidir.
Ama Türkiye’nin cinsiyet eşitliği konusunda mesafe kat etmesi gereken birçok aşama mevcuttur; sürdürülebilir üretim alanında döngüsel ekonomi ve güçlü atık yönetimi başta olmak üzere birçok iyileştirme yapılması gerekmektedir; enerji verimliliği potansiyelimizi değerlendirebilmemiz için odaklı, uyumlu ve ahenkli çabalara ihtiyaç vardır. Bütün eksik ve fazlaların, güçlü ve zayıf yönlerin bir entegre strateji belgesiyle çerçevelenmesi, yol haritasını belirgin hale getirecektir.
“Arz kapasitesi büyürken elektrik talebinin aynı hızla büyümemesi yatırımları bir noktadan sonra yavaşlatabilir”
Yenilenebilir enerji yatırımları önümüzdeki toparlanma sürecinde; petrol fiyatlarındaki beklenmeyen düşüş, teknolojik gelişmelerle ucuzlayan yatırımlar ve ülkemizdeki teşvik sistemindeki köklü değişim beklentisi gibi etmenlerle nasıl bir gelişim gösterir? Örneğin yenilenebilir enerji yatırımları artar mı? Ya da bir durgunluk dönemi yaşanabilir mi?
Türkiye’nin yenilenebilir enerji kurulu gücünde büyük bir ilerleme kat etmiş olması, fosil yakıtların sistem içindeki rollerini sınırlandırmaya imkân verdi. Fosil yakıtlı santrallerin önemli bir kısmı baz yükte ve/veya dengeleyici olarak çalışan santraller durumunda. Bugün itibariyle mevcut kurulu kapasitenin (91,412 MW) yaklaşık yüzde 49’unu (44,780 MW) yenilenebilir enerji santralleri oluşturuyor. Şüphesiz bu çok sevindirici bir gelişme.
Salgınla birlikte serbest elektrik piyasasında bazı fiyat dalgalanmaları izledik. Bunun temel sebebi elektrik talebindeki daralma ve mevcut arz kapasitenin talebin üstünde seyretmesi. 10 Mart-10 Mayıs 2020 tarihleri arasında toplam elektrik tüketimi 42,2 TWh (milyar kilovat-saat) olarak gerçekleşti. 10 Mart tarihini baz almamın sebebi Türkiye’de ilk COVID-19 vakası olarak bu tarihin verilmesidir.
Bir önceki yılın aynı döneminde ise bu rakam 46,6 TWh idi. Yani salgının iki aylık pik döneminde elektrik talebinde yaklaşık yüzde 9,4’lük bir küçülme oldu. Elbette ki ekonomide çarklar dönmeye başlayınca talep de tekrar büyüyecektir ama 2020’deki toplam talep büyümesinin bir zamanlar gördüğümüz yüzde 7-8’li seviyelerde olması mümkün değildir.
Ekonomik daralmaya bağlı olarak 2019 yılında Türkiye elektrik talebi bir önceki yıla göre yüzde 0,2 azaldı. Oysaki hem 2019’da hem de 2020’de yeni kapasiteler devreye alındı ve alınmaya da devam ediyor.
Arz kapasitesi büyürken elektrik talebinin aynı hızla büyümemesinin yatırımları bir noktadan sonra yavaşlatmasını ciddi bir ihtimal olarak değerlendiriyoruz. Yani petrol fiyatlarındaki düşüşten büyük ölçüde bağımsız bir şekilde, toplam kurulu güç ve santral kapasite kullanım oranlarından hareketle, genel olarak elektrik üretim yatırımlarının önceki yıllara göre biraz yavaşlaması söz konusu olabilir.
“Sürdürülebilirlik ekonomi-çevre-toplum ayaklarından oluşan entegre bir yaklaşımı gerektiriyor”
2020 sonunda nihayetlenecek YEKDEM’in yerine nasıl bir destek mekanizmasının hayata geçirileceği, Türkiye’nin daha sürdürülebilir bir enerji rotasına sahip olmasında kritik bir rol oynayacak. Hem tüketicilerin üzerine büyük bir mali yük getirmeyen yönüyle hem de yeşil enerjiyi destekleyen yönüyle “sürdürülebilir” bir mekanizmanın, bugüne kadar kararlılıkla ilerletilen enerji dönüşüm hamlesini tamamlayıcı nitelikte olacağına şüphe yok.
Ayrıca, sürdürülebilirliğin ekonomi-çevre-toplum ayaklarından oluşan entegre bir yaklaşımı gerektirdiği de unutulmamalı. Eğer mevcut sistemin güvenliği tehlikeye giriyorsa, santraller mali açıdan yaşama sıkıntısı çekiyorsa, tüketiciler de çok yüksek maliyetlere katlanmak zorunda kalıyorlarsa, sürdürülebilirlik açısından arzulanan denge sağlanamamış demektir. O yüzden yeni bir destek mekanizmasının bütün bu boyutları dikkate alan bir anlayışla kurgulanmasında büyük fayda olduğuna inanıyoruz.
“Yenilenebilir enerji projelerinde sosyal faydaya da odaklanılması gerekiyor”
Etki yatırımcılığı hakkında ne düşünüyorsunuz? Yatırımcılara bu konuda neler önerirsiniz?
Etki yatırımcılığı, yapılacak bir yatırımın ekonomik, çevresel ve sosyal etkilerinin birlikte ele alınmasıdır. Escarus olarak bu konuyu çok önemsiyoruz, çünkü artık yatırımcılar kaynaklarını sadece kâr elde etmek için değil, aynı zamanda birtakım çevresel ve sosyal faydalar sağlamak için kullanmak istiyorlar.
Bu noktada etki yatırımcılığının dünyada gitgide daha çok karşılık bulduğunu izliyoruz. Yani temiz/yenilenebilir enerji denilince ilk önce projenin ekonomik katkısı ve olumlu çevresel etkileri akla geliyor ama artık konu onunla sınırlı kalmıyor, sosyal faydaya da odaklanılması bekleniyor, yaratılan sosyal katma değer de inceleniyor.
Burada öne çıkan temalar arasında yaratılan istihdam, kadınların ve kırılgan grupların güçlendirilmesine yönelik fırsat eşitliği politikaları, düzgün çalışma koşulları, sorumlu taşeron/tedarik zinciri yönetimi, iş sağlığı ve güvenliği, toplum sağlığı ve güvenliği gibi konular var. Yenilenebilir alanında yatırım düşünenlerin işin bu boyutunu da dikkatle ele alması önem taşıyor.
“Yeşil tahviller konusunda gerçek bir ayrım yapılmalı”
Değinmek istediğim diğer bir konu da Türkçe’ye “yeşil aklama” ya da “yeşil badana” diye çevirebileceğimiz “green washing” meselesi. Temalı tahviller çok popüler hale geliyor, tamam, bu konuda arz büyüyor, bu da tamam, ama dünya piyasalarında çok fazla “green washing” yapıldığına dair bir itiraz da yükseliyor bu aralar.
O yüzden neyin ne kadar yeşil olduğunun tespiti, tahvil ihracından elde edilen gelirin gerçekten yeşil amaçlara hizmet edip etmediği, sağlanan finansmanın ne kadar duyarlı ve amaç doğrultusunda kullanıldığı gibi başlıklara artık çok daha fazla dikkat ediliyor. Gerçek bir ayrımın yapılabilmesi için de ayrıntılar eskiye nazaran çok daha titiz biçimde değerlendiriliyor.
Biz yeşil tahvil adımlarında, sürecin tasarımı yapılırken sürecin şeffaf şekilde yönetilmesini öneriyoruz. Aksi takdirde birtakım yol kazalarının yaşanabileceğini değerlendiriyoruz.