Küresel ölçekte başta CO2 emisyonu olmak üzere yerkürede sera gazı etkisi yapan gazların konsantrasyonlarının artışına paralel etkileri daha yoğun gözlenmeye başlayan küresel ısınma ve buna bağlı ani iklim değişikliği koşulları 2016’da 175 ülkenin imzasıyla yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşmasını dünyanın gündemine getirdi. Bu kapsamda anlaşmayı imzalayan ülkeler ulusal katkı beyanlarıyla emisyonlarını nasıl azaltacaklarını beyan ederek, dünya genelinde küresel sıcaklık artışını 2 0C ile sınırlandıracaklardı.
Türkiye, bu anlaşmayı o sırada imzalayarak, emisyon azaltmayı taahhüt etmese de Ulusal Katkı Niyet Beyanı içeriğinde 2030’da emisyonlarını yüzde 18-21 arasında azaltacağını belirtti. Aslında Paris İklim Anlaşması öncesinde Türkiye’nin AB üyelik başvurusuna istinaden istenen çevre temelli pek çok aksiyon vardı alınması istenen ve konuyla ilgili olarak Türkiye’de 2010 yılında Ulusal İklim Değişikliği Stratejisini, 2011’de ise; Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planını oluşturmuştu. Hatta biraz daha geriye gidersek, emisyon salımında ilk sorumlunun enerji kaynakları olduğu bilinirken, Türkiye ilk olarak 2005 yılında 5346 sayılı “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunu” ve ardından da 2010 yılında Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destek Mekanizması (YEKDEM) yürürlüğe alınarak, Türkiye’nin düşük karbonlu, yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin önü açılmıştır. Özellikle 2010-2020 arasındaki elektrik tarifeleriyle özel sektörün ciddi ilgisini çeken yenilenebilir enerji, ülkemizin kurulu elektrik gücünün yarısının yenilenebilir enerji kaynakları olmasına olanak sağlamıştır. 2021-2025 yılları arası için tanımlanan yenilenebilir enerji elektrik tarifesi önceki kadar cazip olmasa da, yeni yatırımlar için bir kısım yatırımcının ilgisini halen çekmektedir.
Dünya genelinde bir yandan nüfusun, uç iklim koşullarının sayısının ve CO2 emisyonunun artışı, diğer yandan teknolojinin gelişmesi, dijitalleşmeye giden dünyayla, verinin değerli hale gelmesiyle veri merkezlerinin sayısının artması, yapay zeka uygulamalarının artışı, bitcoin madenciliği gibi yeni uygulamaların ilgi çekmesi enerji ihtiyacının da artmasına neden olmaktayken, yenilenebilir enerji yatırımlarının da artması dünyaya yeni bir ufuk açmaya başlamıştı. Türkiye ise; mevcut hidroelektrik kapasitesine ilaveten, güneş, rüzgâr, jeotermal ve biyogaz santralleriyle bu sürece ilk aşamada devlet destekleri ve özel sektörün girişimci ruhuyla tam zamanında adapte olmuştu.
Dünyadaki kaynakların hızla tükenmekte olması, bunun kontrol altına alınmaya çalışılması kapsamında sürdürülebilirlik kavramını, emisyonların kontrol altına alınmasını, binalardan, taşımacılığa dek her aşamada temiz enerji teknolojilerin kullanılmasının önemini vurgulayan ve özellikle ekonomik iş birliği yaptığı ülkeleri ilk etapta etkileyecek Avrupa Yeşil Mutabakatı bu sıralarda, tam da dünyayı en az 2 sene kasıp kavuracak bir pandemi öncesinde açıklandı.
Avrupa Yeşil Mutabakatı, Paris İklim Anlaşması hedeflerini sertleştirerek, kıtanın 2050 yılına dek karbon nötr hale getirilmesini, ilk aşamada ise; sera gazı etkilerinin 2030 yılına ciddi oranda düşürülmesini hedefleyen, üretimde iğneden ipliğe her ürünü de bünyesine katacak kadar geniş çaplı bir eylem planıydı. Pandemi koşullarına karşın, belki sınırda karbon vergisi nedeniyle ilk etapta Avrupa ile ekonomik ilişkileri olan ülkeler, Türkiye’de dahil olmak üzere konuya azami ilgiyi gösterdi. Her ülke karbonsuzlaşma hedeflerini ve karbonsuzlaşma yol haritalarını açıklarken Türkiye’de 2053 yılına dek karbon nötr olma hedefini ortaya koydu. Özellikle ihracatı etkileyecek karbon emisyon düzeylerini düşürmek amacıyla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı YEK-G sertifikası uygulamasını başlattı. Bu sertifika ticari koşullarda tüketicilerin yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektrik enerjisini belgelendirme olanağı sağladı. Ardından üretim sektöründe tüketilen enerjinin bir kısmının veya tamamının yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilmesine yönelik çalışmalar başlatıldı.
“Yenilenebilir enerji kaynaklarından azami ölçüde yararlanmalıyız”
2053’e gidecek yolda yenilenebilir enerji kaynaklarından azami ölçüde yararlanmak durumunda olduğumuz görünüyor dünya genelinde. Türkiye’de de teşvik mekanizmalarının geliştirilerek devam etmesi uygun olacak gibi gözlenmekte. Zira 2053 karbonsuzlaşma hedefinde 2023 yılında devreye alınacak Akkuyu Nükleer Enerji Santrali olmasıyla birlikte, enerjimizin yüzde 70’ini yenilenebilir enerji kaynakları tarafından karşılamamız gerektiği geçtiğimiz günlerde bir yol haritası raporuyla açıklandı. Hızla artan nüfus, göçler, aşırı sıcak ve aşırı soğuk koşulların gerektirdiği elektrik ihtiyacının önümüzdeki yıllarda uç iklim koşullarının artışına paralel olarak gelişmesi bekleniyor. Bu esnada önemli yenilenebilir enerji kaynaklarımızdan olan hidroelektrik santrallerinin kuraklık nedeniyle belli yıllarda tam kapasitede kullanamayacağımızı öngörmemiz gerekmekte. Rüzgâr ve güneş enerji santralleri çok yaygın olarak kullanılsa ve bu alanlarda ciddi yatırımlar yapılsa da konvansiyonel enerji kaynaklarına ve hidroelektrik santrallere göre daha düşük kapasite faktörleri olması, meteorolojik koşullara göre enerji üretimin yapılabilmesi enerji depolamanın artık Türkiye için de öncelikli konu olduğu anlaşılmakta. Hibrit enerji sistemleri ve enerji depolamanın YEKDEM teşvikleri bünyesine alınması, yatırımcının yenilenebilir enerji santrallerine yapmaktan çekinmediği yatırımlar da olduğu hızlı bir şekilde kabul görecektir.
Enerji verimliliği uygulamalarının tüm binalara ve enerji santrallerine uygulanması, elektrik dağıtımında kayıpların minimize edilmesi için kestirimci bakım uygulamalarının da desteklenmesi yüzlerce enerji santralin olduğu Türkiye’de enerji verimliliğinin azami olarak sağlanmasına da olanak sağlayabilecektir. Bu esnada ana şebekeye ekstra yük getirmeyen mikro-şebeke uygulamalarının da uygulanmaya başlanması, teşvik kapsamına alınması özellikle hem ana şebekeye uzak bölgelerde hem de olası afet bölgelerinde enerji kesintilerinin azalmasına olanak sağlayacaktır.
Yeşil elektrik kullanan elektrikli araçların kullanımı ve alt yapıları çalışmaları, şarj edilmeye ihtiyaç duyulmayan yeşil hidrojenli araçların kullanılmaya başlanması da bu yeşil yolculuğun önemli mihenk taşlarından olacaktır. Temiz enerji teknolojilerinin tarımsal sulamada kullanılması, uygun sulama yöntemlerinin kullanılması sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaşmasına olanak sağlayarak, Türkiye’nin üretici konumunun sağlamlaşmasına olanak sağlayacaktır.
Enerji depolamada ve kritik minerallerin üretilmesi, işletilmesinde dışa bağımlı olmamak ülkeyi ekonomik olarak kalkındıracak hamleler olarak ön görülmekle birlikte, bu esnada ihtiyaç duyulacak enerji ve su ihtiyacı da mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
Sürdürülebilirliğin öneminin, her kaynağı dikkatli kullanmanın, atmadan tamir etmenin, döngüsel ekonominin temelleri ve neden önemli olduğu ilkokuldan başlayarak her düzeyde eğitimin bir parçası olması da Türkiye’nin önemli hedeflerinden olması gereklidir.
Bu uzun yeşil yolculukta gerek eğitim, gerekse ekonomi, çok değişken koşullarda elbette farklı engellerle karşılaşılabilir ancak enerji çeşitliliğine sahip Türkiye pek çok ülkeye göre daha şanslı bir konumdadır bu açıdan. Enerji geçiş sürecinde kömürden tamamen çıkılabilecek düzeye gelene dek temiz kömür teknolojilerinin zorunlu hale gelmesi, saflaştırma ve gazlaştırma teknolojilerinin kullanılması önemli olacaktır. Hem içinde bulunduğumuz zaman, hem gelecek için tüm dünyanın birlikte hareket etmesi gereken süreçte Türkiye’de zamanında atılacak adımlarla bu süreci başarıyla tamamlayabilir.