Yazarlar: Zeynep Kantur, Bengisu Özenç, M. Eray Yücel
Paris Anlaşmasının 1,50C hedefiyle uyum, yüzyılın ortasına ulaştığımızda küresel ekonominin iklim etkilerinin nötr olmasını gerektiriyor. Bu noktaya ulaşmak için 2030 ve 2040 yıllarında sera gazı emisyonlarını iddialı biçimde azaltmak olmazsa olmaz nitelikte. Bu ise belli maliyetlerle karşımıza çıkıyor. Maliyetlerin bir kısmı içinde bulunduğumuz dönemde politika üretme biçimimizi değiştirmekten kaynaklanıyor. Maliyetlerin görece büyük olan ikinci kısmı ise elimizdeki sermaye varlıklarının iş göremez hale gelmesinden yani âtıllaşmasından geliyor. Bunu bir fabrikadaki bir makinenin, fiziki açıdan çalışır durumda olmakla birlikte, iktisadi açıdan ihtiyaç duyulmaz hale gelmesi olarak görmek mümkün. İktisadi ömrünü tamamlamadan üretme potansiyelini kaybeden makine (sermaye) sadece kendi sektöründe kayba neden olmuyor, sektörler arasındaki alışverişe dayalı olarak diğer sektörleri de etkiliyor. Kısaca, küresel iklim hedefleriyle uyumlu biçimde sera gazı emisyonlarını azaltmak gerektiğinde üretim süreçlerini karbonsuzlaştırmak, karbonsuzlaştırma için fiziksel sermayenin bir kısmını kullanım dışına almak veya tümüyle terk etmek ve sonunda hemen her sektörde ortaya çıkacak olumsuz etkilere kapı açmak gerekiyor.
İlk bakışta tümüyle olumsuz görünen bu gidişatın planlı-programlı bir biçimde ele alınması, toplum ve ekonomi üstündeki etkilerinin azaltılması veya giderilmesi ise gayet mümkün. Nitekim, makul bir analitik yaklaşım başarıya giden yolun ilk adımı olarak görülebilir. SEFiA bünyesinde hazırladığımız Türkiye’nin Karbonsuz Ekonomiye Geçişi ile Gelen Sermaye Âtıllaşması Risklerinin Ölçümü raporu tam olarak bu risklerin Türkiye’deki olası yansımalarını ortaya koyuyor.
Çalışmadaki yaklaşımımız Türkiye’deki sektörlerin sermaye kullanımına ne kadar bağlı olduğunu (sermaye yoğunluğunu) tahmin ettikten ve sektörler arasındaki alışverişin değerini (katma değer akımlarını) elde ettikten sonra bu iki bilgiyi bir araya getirerek kullanım dışına çıkan sermayenin etkilerini ölçmek şeklinde. Bu yaklaşım daha önce Türkiye verisi üzerinde uygulanmadığı gibi, Türkiye’deki âtıl varlık risklerinin potansiyel etkileri başkaca bir bütünsel yaklaşımla da incelenmemiş olduğundan elde ettiğimiz sonuçlar önem taşıyor, iki açıdan: Birincisi, Türkiye ekonomisinin bu bağlamdaki doğru bir resmi sunulmuş oluyor. İkincisi, fiziksel sermaye âtıllaşması sürecinde sistemik öneme sahip sektörler katmanlar halinde ortaya konuyor. Sunduğumuz analiz ışığında politika yapıcılara önerilenler (1) sistemik öneme sahip sektörlerin kapsamlı bir analizine yönelmek, (2) fiziksel sermaye âtıllaşmasına açık sektörlerdeki risklerin daha iyi yönetilmesi için yaygın ve sürekli bir iş birliği yapısı oluşturmak, (3) risklerin karar alma modellerine dahil edilmesi yoluyla düşük karbonlu ekonomiye geçiş sürecini sağlam ve kademeli bir patikaya oturtmak üzere planlamaya katkı sağlamak olarak sıralanabilir.
- Cahen-Fourot ve diğerleri (2019, 2021) çalışmaları[1], SEFiA’da yürüttüğümüz analiz için değerli bir gidiş yolu sağlamakta. Yöntem, iktisat dünyasındaki yerleşik Girdi-Çıktı analizinin gücünü geçtiğimiz yıllarda giderek görünür hale gelen ağ kuramınınki ile birleştirerek, kolayca hesaplanan ve anlamlandırılabilen etki katsayılarının (çarpanların) hesaplanmasını mümkün kılıyor. Hesaplanan katsayılar, bir sektörün temel girdilerindeki birim azalışın aynı sektörde veya diğerlerinde neden olduğu sermaye âtıllaşmasını ‘âtıllaşan fiziksel sermayenin parasal değerine’ karşılık geliyor. Bu değerler bize sermaye âtıllaşmasına en çok neden olan ve bundan en çok etkilenen sektörleri gösteriyor. Bu kapsamda,
- Toplam etkilere (Toplam Âtıl Kaynak Çarpanlarına) bakıldığında, Su temini, kanalizasyon, atık yönetimi ve ıslah faaliyetleri sektörünün incelenen dönem içinde kendisi ve diğer sektörler üzerinde en fazla etkiye sahip olduğu görülüyor. Bu çarpanın yüksek olması karbonsuzlaşma sürecinde sermaye girdilerindeki azalmanın kendi sektörü içinde kullanılan sermayeye ve diğer sektörlerin sermayelerine etkisinin yüksek olacağı anlamına geliyor. Bu sektörü, inşaat, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme, madencilik ve ulaştırma sektörleri izlemektedir.
- Sektörlerin diğer sektörlere etkilerine (Sektör Dışı Âtıl Kaynak Çarpanlarına) bakıldığında ise, Madencilik, Su temini, kanalizasyon, atık yönetimi ve ıslah faaliyetleri, Bilimsel ve teknik faaliyetler, Mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri ve Finans ve sigorta faaliyetleri sektörleri en çok etkiye sahip olan gruplar olarak karşımıza çıkmaktadır.
- Son olarak, sermaye âtıllaşmasına açıklık açısından (Âtıllaşma Riskine Maruz Kalma Derecesi) en yüksek değerler inşaat, su temini kanalizasyon atık yönetimi ve ıslah faaliyetleri, imalat, elektrik gaz buhar ve iklimlendirme ve ulaştırma gruplarında okunmaktadır.
[1] Cahen-Fourot, L., E. Campiglio, E. Dawkins, A. Godin ve E. Kemp-Benedict, 2019, “Capital stranding cascades: The impact of decarbonisation on productive asset utilisation”, Vienna University of Economics and Business Working Paper Series 18/2019
Cahen-Fourot, L., E. Campiglio, A. Godin, E. Kemp-Benedict, ve S. Trsek, 2021, “Capital stranding cascades: The impact of decarbonisation on productive asset utilisation”, Energy Economics 103(2021), https://doi.org/10.1016/j.eneco.2021.105581
Yukarıdaki kordon diyagramı sektörler arasındaki etkileşimi görünür kıldığı için yararlı bulunabilir. Diyagramda her gruptan çıkan demet grubun kendisi ve diğer sektörler üzerindeki etkilerine karşılık gelmektedir. Karbonsuzlaşma sürecinde sermaye âtıllaşma riskine maruz kalma dereceleri açısından, inşaat ve imalat sektörleri öne çıkarken, madencilik sektörünün tetiklediği riskler elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme sektörü üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Bu sonuçlar ışığında, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkelerin, iklim hedefleriyle uyumlu şekilde yüzyıl ortasında net-sıfır olma hedeflerini ekonomilerde ciddi bir olumsuz etkiye neden olmadan gerçekleştirebilmeleri, sektörler arası ilişkilerin doğru şekilde kavranarak geçişin planlanmasına bağlı. Sunduğumuz analitik değerlendirme çerçevesi karbonsuz ekonomiye geçiş etkilerinin ölçümlenmesine ve planlamanın doğru bir şekilde yapılmasına katkı sağlayacak bir araç olarak görülebilir.