Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de Elektrik Görünümü Raporu’nu yayınlayan EMBER’in Elektrik ve İklim Veri Analisti Ufuk Alparslan ile Türkiye’nin enerji bağımsızlığını kazanabilmesi ve jeopolitik risklerden etkilenmemesi için yapılması gerekenleri konuştuk.
EMBER geçtiğimiz günlerde Türkiye’de Elektrik Görünümü 2022 raporunu yayınladı. Buna göre, Türkiye’de elektrik üretiminde kömürün payının Avrupa ülkelerine kıyasla düştüğü gözlemleniyor. Raporun detaylarından bahseder misiniz?
Türkiye’de kömürden elektrik üretimi son üç yıldır düşüş gösteriyor. 2020 yılında hava kirliliği limitlerine uymayan 6 linyit santralinin geçici olarak kapatılmasıyla düşen kömürden elektrik üretimi, 2021 yılında uluslararası taşkömürü fiyatlarının 2-3 kat artmasıyla birlikte, maliyeti yükselen ithal kömür santrallerinin çalışamaz duruma gelmeleriyle bir kez daha düşüş gösterdi. Böylelikle düşüş 2018 yılından bugüne yüzde 8’e ulaştı. Bunun dışında 2021 yılında hidroelektrik harici yenilenebilir enerji üretiminin ilk kez hidroelektriği geride bıraktığına da şahit olduk.
Bir yandan kömürden elektrik üretimi düşüp, hidroelektrik harici yenilenebilir enerji yıldan yıla istikrarlı bir şekilde artarken, Türkiye’nin son 30 yıldır birim elektrik üretimi başına düşen karbon emisyonlarının düşmediğini görüyoruz. Öyle ki 2004 yılında Türkiye elektrik üretimindeki emisyon yoğunluğu açısından İngiltere, Almanya, Danimarka, Hollanda gibi ülkelerden bile daha iyi durumdayken emisyonların yerinde sayması nedeniyle 2021 yılına gelindiğinde bu ülkelerin gerisinde kaldığı görülüyor. Bunun nedenlerinden birisi, hidroelektrik üretimi ile doğal gazdan elektrik üretimi arasındaki ters orantı. 2021 yılında olduğu gibi kuraklığın düşürdüğü hidroelektriğin eksiğini fosil yakıtlı doğal gaz santralleri kapatıyor. Bu da diğer yenilenebilir enerjideki artışın emisyonları düşürücü etkisini ortadan kaldırıyor.
Geçtiğimiz yıl elektriğin yüzde 17’si hidroelektrik, yüzde 18’i diğer yenilenebilir olmak üzere yüzde 35 oranında yenilenebilir enerjiden üretilirken, geri kalan yüzde 65’lik kısım fosil kaynaklardan üretildi. Daha uzun vadede baktığımızda ise Türkiye’nin son yıllardaki elektrik talebindeki artışın yalnızca yüzde 60’ının yenilenebilir kaynaklar ile karşılandığını görüyoruz. Bir başka deyişle Türkiye henüz elektrik tüketimindeki artışı karşılayacak kadar bile yenilenebilir enerji yatırımı yapmıyor. Arta kalan tüketim artışının büyük kısmının en kirli elektrik üretimi kaynağı olan kömür ile karşılandığı görülüyor. Daha da kötüsü bu artışı karşılayan kömür, ithal edilen kömür. Çoğunlukla kömürün yerli ve milli kaynak olduğu düşünülüyor ancak Türkiye’deki kömür santrallerinin yarısı kömürü ithal ediyor. Böylece Türkiye’nin ekonomik büyümesi elektrik tüketimini artırırken enerji ithalatını da artırıyor.
Pandemi sonrası artan enerji talebinin küresel bir enerji krizine yol açtığı söyleniyor. Dünyada yaşanan enerji krizine ilişkin düşünceleriniz nelerdir? Türkiye’ye yansımaları da özellikle sanayiyi bir hayli zor duruma soktu. Türkiye bu durumla nasıl başa çıkabilir?
Dünyada yaşanan enerji krizi aslında bir fosil yakıt krizi. Doğal gaz ve kömür fiyatlarının özellikle politik mücadeleler nedeniyle yükselmesine dayanıyor. Dünyada artan fosil yakıt fiyatları, Türk Lirasının değer kaybı nedeniyle diğer ülkelere kıyasla bizi çok daha fazla etkiledi.
Sanayicilerin elektriğinin ve doğalgazının kesilmesine yol açan krizi ise ayrı değerlendirmek gerekiyor çünkü İran’ın doğalgazı kesmesiyle başlayan tamamen bize özgü bir krizdi. Kuraklık nedeniyle düşen hidroelektrik üretimini doğal gaz santrallerinin karşıladığından söz etmiştik. Bu nedenle doğal gaz talebimizin çok arttığı ve rekor kırdığı doğru. Diğer yandan İran kaynaklı gaz kesintisi nedeniyle doğalgaz arzımız düştü. Soğuk kış aylarından da geçtiğimiz için arzın talebi karşılayamadığı bir dönem yaşadık. Ancak ne kuraklık, ne de İran’ın doğal gazı kesmesi ilk kez yaşanıyor. Üstelik İran’dan gelen doğal gaz arzı bütünün içinde yüzde 10’luk paya bile sahip değil. Bu nedenle biz bu son enerji krizini, almamız gereken önlemleri almadığımız için yaşadık. Bir şeyi ithal ediyorsanız onun kesintisiz olmasına imkan yoktur. Böylece doğal gazın kesintisiz enerji kaynağı olmadığını da tecrübe etmiş olduk. O nedenle enerji bağımsızlığı ve jeopolitik riskleri bertaraf etmek için yenilenebilir enerji yatırımlarını daha da hızlandırmamız gerekiyor. Aksi halde benzer krizleri gelecek yıllarda da görebiliriz.
“Türkiye, birbirlerini tamamlayan sistemler sayesinde yenilenebilir enerjide çok büyük avantaja sahip”
Peki Türkiye’de yenilenebilir kaynaklar enerji talebindeki artışı tek başına karşılamaya yetecek mi?
Türkiye’nin dünyadaki birçok ülkeden farklı olarak yenilenebilir enerjide çok büyük bir avantajı söz konusu. Türkiye, hidroelektrik, güneş, rüzgâr ve jeotermal enerjide kayda değer potansiyele sahip. Bu dört kaynak birbirini tamamlayıcı nitelikte. Örneğin, Türkiye’nin devasa rezervuar alanına sahip hidroelektrik santralleri var. Yalnızca Atatürk Barajı’nın yüzde 20’lik kısmı bile yüzer güneş panelleri ile kaplansa, kuraklık nedeniyle düşen hidroelektriği kompanse etmeye yeter. Yüzer güneş enerjisi sistemlerinde su, soğutucu özelliği sayesinde panellerin verimliliğini ve dolayısıyla üretimini artırırken paneller de buharlaşmayı azaltıyor. Rezervuar sayesinde üretimin başka dönemlere kaydırılabilmesi güneş paneli için bir nevi batarya işlevi sağlıyor. HES’lerin halihazırda elektrik şebekesine bağlı olması, kurulum için arazi ihtiyacının olmaması gibi başka avantajları da bulunuyor. Dolayısıyla hidro ve güneş iş birliği tam bir kazan- kazan durumu. Bizim gibi hidroelektriğe bel bağlamış Asya ülkelerinde 2-3 GW’lık yüzer güneş enerjisi projeleri geliştirilmeye başladı. Bunlara ek olarak kışın yüksek kapasitelerde çalışabilen rüzgâr enerjisini ve baz yük çalışabilen jeotermali eklediğinizde Türkiye gibi bir ülkenin yenilenebilir enerji ile elektriğini karşılaması olanaksız değil.
“Yenilenebilir enerji üretimini artırmanın yanında çeşitlendirmek de önemli”
Türkiye’nin yalnızca son beş yılda dahi elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payının yüzde 30 ile yüzde 44 arasında değişkenlik gösterdiğini görüyoruz. Bu üretimin büyük kısmı tek bir yenilenebilir enerji kaynağından geliyor, hidroelektrik. Türkiye hidroelektriğe çok bağımlı durumda ve hidroelektrik üretimi yıldan yıla çok değişkenlik gösterebiliyor. Kuraklığın ve küresel gaz krizinin yaşandığı bugünkü gibi dönemlerde hidroelektrikteki düşüşü, doğal gaz santralleri ile kapatmaya çalıştığımız için hem enerji dönüşümü karşısında bir risk teşkil ediyor, hem de enerji güvenliği riski ile karşı karşıya bırakabiliyor.
Öte yandan geçtiğimiz günlerde yaşadığımız gaz kesintileri nedeniyle elektrik üretiminde doğal gaz kaynaklı düşüşü de halihazırda kuraklıktan etkilenmiş olan barajlı hidroelektrik santralleri karşılamaya çalıştık. Adeta bir kısır döngünün içine girmiş durumdayız. Eğer bu bahar da kurak geçer ve barajlar yeteri kadar dolmazsa yazın başka bir enerji krizi yaşanması sürpriz olmaz. Bu açıdan bakıldığında yenilenebilir enerji üretimini artırmanın yanında çeşitlendirmek de gerekiyor. Örneğin yalnızca Aralık ve Ocak aylarında rüzgâr santralleri 1,5 milyar dolarlık fazladan gaz ithalatının önüne geçti. Türkiye’nin farklı yenilenebilir enerji kaynaklarındaki potansiyelini etkili bir şekilde değerlendirerek enerji güvenliğini ve bağımsızlığını sağlamlaştıracak adımlar atması gerekiyor.
Türkiye 2053 için net sıfır emisyon hedefi açıkladı ancak kömürden çıkış için herhangi bir tarih belirlemedi. Bu kapsamda Türkiye’nin hedefine ulaşması konusunda öngörüleriniz nelerdir? Türkiye önümüzdeki dönemi lehine olacak şekilde nasıl değerlendirmeli?
Net sıfır hedefinde açıkça belirtilmiyor olsa da, aslında böyle bir hedef dolaylı olarak er ya da geç kömürden çıkılacağı anlamına gelmektedir. Çünkü karbon emisyonlarını en kolay şekilde azaltmanın ilk yolu düşük karbonlu teknolojilerin var olduğu ve ekonomik olduğu sektörlerde dönüşümdür. Elektrik üretiminde özellikle güneş ve rüzgâr maliyetleri son yıllarda hızla düştü ve artık sabit maliyetleri bile göz ardı ettiğinizde, yeni yapılacak bir rüzgâr ya da güneş santrali mevcut fosil yakıtlı santralleri çalıştırarak elektrik üretmekten daha ucuz hale geldi. Dolayısıyla daha ucuz temiz alternatifleri desteklemek için çevreci bile olmaya gerek yok, rasyonel olmak yeterli. Bu nedenle yenilenebilir enerjinin gelişmesinin önündeki engellerin yeniden gözden geçirilmesi, verimsiz ve maliyetli kömür santrallerinden başlayarak kademeli bir şekilde bunların yerini dolduracak temiz enerji projelerinin planlanması gerekiyor.
Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) yenilenebilir kaynaklara ulaşmaya nasıl bir fayda sağlayacak? Bununla ilgili yapılan çalışmalar ve yapılması gerekenler nelerdir?
Emisyon Ticaret Sistemi, sistemin kapsadığı tesisler için emisyon üst sınırının tanımlandığı, emisyon haklarını ihtiyaçlarına göre alıp sattıkları ve bu arz-talep dengesiyle karbon fiyatının oluştuğu piyasalardır. Böyle bir sistemde fosil yakıtlı santraller ya da sanayi tesisleri, kirlettikleri kadar karbon maliyeti ödemekle yükümlü olacaklar ve sistemde toplanan bu gelirler daha sonra temiz enerji dönüşümü için kullanılabilecek. Buna ek olarak bugün maliyetli olduğu için teşvik olmadan gerçekleştirilemeyen jeotermal, deniz üstü RES ya da hidrojen gibi yatırımlar, eğer karbon fiyatı belli bir seviyenin üstüne çıkarsa, yatırım yapılabilir hale gelecektir. Dünyadaki diğer örneklerine paralel olarak Türkiye’de kurulacak ETS’nin de elektrik üretimi sektörünü kapsaması gerekiyor. Çünkü daha önce sözünü ettiğimiz gibi dönüşümün ilk gerçekleşeceği sektör, elektrik üretimi gibi düşük karbonlu teknolojilerin halihâzırda mevcut ve erişilebilir olduğu sektörlerdir. Bunun dışında dönüşümü hızlandıracak seviyede karbon fiyatının oluşması gerekiyor. Bu nedenle emisyon hakkı üst sınırının çok yüksek tanımlanarak ya da tamamlanmış veya her hâlükârda tamamlanacak temiz enerji projeleriyle karbon ofsetleme imkanı vererek AB ETS’nin uzun yıllar işlevsiz olmasına neden olan arz fazlasına yol açmamak da önemli.