Geçtiğimiz Ekim ayında İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) tarafından yayınlanan ‘Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası: 2050’de Net Sıfır’ raporu, Türkiye’nin hedefe ulaşması için karbondioksit salımlarının ne zamana kadar, nasıl ve ne hızla azaltılması gerektiğini, bilimsel modelleme sonuçlarına dayalı olarak ortaya koydu.
Rapor sonuçları, Türkiye’nin bir dönüm noktasında olduğunu gösterirken, ekonomide yapılacak düzenlemelerle Türkiye, 30 yıl içinde karbonsuzlaşma hedefine ulaşabilir.
Türkiye’nin karbonsuzlaşma yol haritasında önceliklerin neler olduğuna dair sorularımızı yanıtlayan İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin, Türkiye’nin Net Sıfır hedefine ulaşabilmesi için 2035’te elektrik sektörünün büyük ölçüde karbondan arındırılarak yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi gerektiğini vurguladı.
Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası’nın anahtarı nedir?
Türkiye’nin net sıfır hedefi geçtiğimiz senenin sonlarına doğru açıklandı. Biz bu raporu, hedef açıklanmadan yaklaşık bir buçuk yıl önce Türkiye’nin Paris Antlaşması’nı onaylayacağı ve 2050’de net sıfır hedefi alacağını varsayarak hazırlamaya başladık.
Bu alanda yapılan ilk ve tek çalışma durumunda. Amacımız, bütün sektörlerden kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının nasıl bir yol izleyerek net sıfır hedefine uygun bir şekilde azaltılabileceğini göstermekti. Bunu yaparken de diğer gazları değil sadece karbondioksiti temel aldık ve başta enerji olmak üzere çeşitli sektörlerde eğer hiçbir şey yapılmazsa emisyonları nasıl değişeceğini inceledik ve buna “Baz Senaryo” olarak adlandırdık.
Eğer bir 1.5 derece hedefine uygun bir şekilde emisyonlar azaltılmak için çeşitli politikalar izlenirse o zaman nereye gidebileceğine de “Net Sıfır Senaryosu” adını verdik ve bu iki senaryoyu birbiriyle karşılaştıran bir çalışma yaptık. Net Sıfır Senaryosundaki temel varsayım baz senaryoda oluğu gibi Türkiye’nin nüfusu artıyor, ekonomik büyümesi yüzde 4’ler civarında ilk 10 yıl içinde devam ediyor ama buna ek olarak da ağırlıklı olarak teknolojik gelişmelere uyumlu bir şekilde enerji dönüşümünü hızlandıracak politika değişiklikleri ekledik. Burada anahtar olan sektör elektrik sektörü. Elektrik sektöründe olan emisyonların hızlı bir yenilenebilir enerji kurulumuyla çok hızlı bir şekilde 2030’a kadar 2018 düzeyine göre yüzde 50 civarında düşürülebileceğini gördük. Aynı şekilde binalardan kaynaklanan emisyonların da ciddi bir şekilde azaltılabileceği gördük. Ulaşım sektöründe ve sanayideki emisyonlar bunlardan biraz daha zor biraz daha geç azaltılmaya başlanabiliyor. Dolayısıyla temel anahtarın, enerji sektörünün hızlı bir şekilde fosil yakıtlardan arındırılması, yenilenebilir enerjilerin kurulması ve enerji verimliliği çalışmalarına hızlı bir şekilde geçilmesi olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’nin temiz enerji potansiyeli bu yol haritasına göre ne durumda?
Türkiye’nin temiz enerji konusunda bir potansiyel sorunu yok. Başta rüzgâr ve güneş olmak üzere potansiyelimiz son derece fazla. Çalışmamızda rüzgârda Bakanlığın teknik potansiyelinin tamamını kullandık ve hatta net sıfır senaryosunda bu potansiyelden daha da fazlasını kullandık. Aslında gelişen teknolojiyle bu potansiyelin artırılabileceğini biliyoruz. Çünkü artık çok daha güçlü ve büyük rüzgâr türbinleri yapılmaya başlandı. Ayrıca Türkiye’nin hiç hesaba katmadığı bir deniz üstü rüzgâr potansiyeli de var. Biz Türkiye’nin şu anda açıklanan 60 GW’ın da üzerinde bir potansiyel kullandık. Ama özellikle güneşi çok fazla kullanabileceğimizi varsaydık ve yaklaşık olarak rüzgâr ve güneşin kurulu gücü 2050’ye kadar 290 GW’ı geçiyor. Şu anda bunların toplamı 15 GW civarında. Eğer bu kadar hızlı bir kurulum mümkün olursa aslında elektrik sektörü emisyonları sıfıra yaklaşabilecek kadar azalıyor. Bizim çalışmamızda elektrik sektörü 2030’a kadar yüzde 50 azaltım yaparken, 2050’de de sadece 15 milyon ton artık emisyon kaldı. Bu da yüzde 90’ın üzerinde bir azaltım anlamına geliyor. O 15 milyon ton şebeke esnekliği sağlamak için kullanılması gereken gaz santrallerinden kaynaklanıyor. Esneklikte çok daha yaratıcı çözümler gelirse elektrik sektörünü gazdan da arındırmak mümkün olacaktır.
Nükleer enerjiye de biz Akkuyu’da kurulmakta olan 4 üniteye kadar yer verdik ve daha fazlasının kurulmayacağını varsaydık. Nükleer enerjinin olduğu bir senaryo ile nükleersiz senaryo arasında çok da bir farkın olmadığı ve 2050’ye gelindiğinde sadece 5 milyon tonluk daha az emisyon olduğu görüldü. Nükleer enerjinin sera gazı salımını azaltmadaki rolünün iddia edildiği kadar yüksek olmadığını da biz bu çalışmada göstermiş olduk.
Binalar, ulaşım ve sanayi özelinde nasıl bir yol alınması gerekiyor?
Aslında bütün işin anahtarının elektrifikasyon olmaya başladığını artık herkes söylüyor. Elektrik sektörünün emisyonlarını düşürmeye çalışıyoruz ancak bir yandan da elektrik talebi bugün tahmin ettiğimizden daha fazla artabilir ve artacaktır da. Çünkü hem binaların ısınması, binalarda enerji kullanımında hem ulaşımda elektrikli araçlara geçişlerde elektrifikasyon söz konusu. Peki o elektrik nereden üretilecek sorusu karşımıza çıkıyor o zaman. Bu nedenle baştan beri söylediğim diğer sektörlerdeki emisyonların azaltılması elektrik kullanımına bağlı olduğu için bizim burada yapmamız gereken her şeyden önce elektrik sektörünü karbondan arındırmak. Önce sanayiyi karbondan arındıralım arkasından elektrik gelsin diye bir seçenek söz konusu değil. Türkiye’de kömürün elektrik üretimindeki payını sıfırlama yolunda çok ciddi bir talep var. Bizim çalışmamızda da çok radikal olmayan bir yol haritasıyla 2035’te kömürden tamamen çıkılabildiğini gördük. Hatta 2030’da çıkılabileceğini söyleyen çalışmalar da var. 2035’e kadar kömürden tamamen çıkmadığınız takdirde zaten elektrifikiye etseniz bile yine emisyonları düşürmeniz mümkün olmayacak ve yine o elektriği kömürden üretmiş olacaksınız. Dolayısıyla buradaki anahtar öncelikle elektrik sektörünü arındırarak yüzde 90’ın ve hatta biraz daha uzun vadede yüzde 100 üzerinde yenilenebilir enerji kullanan bir sisteme geçirmek.
Yeşil hidrojen karbonsuzlaşmaya nasıl bir katkı sağlayacak?
Elektriğin kullanılamayacağı yerlerde, yük taşımacılığında hatta binalarda da uzun vadede yeşil hidrojenin bir yakıt olarak kullanılması söz konusu olabilir. Ama burada çok kritik bir şey var ve hidrojen her şeyden üretilebiliyor. Hidrojenin kendisini bir enerji kaynağı olarak göstermemek hidrojen bir yakıt ve enerji taşıyıcısı. Dolayısıyla hidrojenin yenilenebilir enerji kaynaklarından, ağırlıklı olarak rüzgâr ve güneşten üretildiği bir yeşil üretim modeli geliştirmek lazım. Bu kısa vadede yani 2030 öncesinde Türkiye’de ne kadar olabilir bilmiyorum. Çünkü yenilenebilir enerji kaynaklarından hidrojen üretmek aynı zamanda elektrik üretiminde kullanılabilecek yenilenebilir enerji kaynaklarında da bir rekabet ortaya çıkarabilir. Güneş ve rüzgâr potansiyelini elektrik için mi kullanacaksanız hidrojen için mi kullanacaksanız? Çok kısa vadede elektriğe ağırlık vermek gerektiğini düşünüyorum. Raporda da bunu göstermeye çalıştık. Ama daha uzun vadede 2030’dan sonra yeşil hidrojen kullanımının özellikle ulaşımda, ağır taşımacılıkta ve sanayide kullanımının önünün açık olduğunu düşünüyorum. Biz raporda çok gerçekçi olmak istediğimizden dolayı hidrojeni çok geç sisteme aldık. Yani 2040’lardan sonra ve çok düşük oranlarda baz aldık. Dolayısıyla eğer daha erken yeşil hidrojen kullanmak mümkün olursa belki emisyonları daha kolay sıfırlamak mümkün olabilir. Çünkü biz aşırı gerçekçi sayılarımız nedeniyle ancak 130 milyon tona kadar düşebildik. Bu varsayımların daha da iyileştirilmesi özellikle sanayi proses emisyonlarının azaltılması için daha cesur önlemler alınması gerekiyor.
Yerel yönetimlerin emisyon azaltımları konusunda yapabilecekleri neler var?
Türkiye’deki yerel yönetimlerin emisyon azaltım konusundan en önemli aracı ulaşım. Şehir içi ulaşımda mümkün olduğu kadar raylı sistem taşımacılığına geçmek ve otobüs filolarını mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde elektrikli hale getirmek gerekiyor. Aslında yerel yönetimleri azaltım konusunda yapabilecekleri malesef çok kısıtlı. Türkiye’de özellikle elektrik üretimi konusunda yerel yönetimlerin payı çok düşük olduğu için ancak binalarda enerji verimliliğini artırmak, binalardan kaynaklanan emisyonları azaltmak için çeşitli çalışmalar yapılabilir ama onda bile belediyeler tek yetkili değildir. Belediyelerin yapabilecekleri temelde atıklardan kaynaklanan emisyonların azaltılması için atıkların daha düzenli depolanması ve ayrıştırılması geri dönüşümü gibi önlemlerin alınması lazım. Ama özellikle elektrik sektörü Türkiye’de şu anda sanayi emisyonları çok ön planda olduğu için yerel yönetimlerin yapabilecekleri daha düşük bu konuda ulaşım ağırlıklı bir politika izlenmesi gerekiyor.
Rusya-Ukrayna krizi Türkiye’nin enerji dönüşümünü nasıl etkiler?
Türkiye’de kömürden çıkış konusunda bir direnç var. Öncelikle bu direncin kırılması gerekiyor. Yani Türkiye’nin öncelikle kömürün geleceğinin olmadığı ve en geç 10-15 yıl içerisinde kömür kullanımını bırakması gerektiğini kabul etmesi gerekiyor. Türkiye’de emisyonların yüzde 20’sinden fazlası sadece kömürden kaynaklanıyor. Bu kadar yüksek oranda emisyonlar varken kömürü görmezden gelip emisyonları da 2053’te sıfırlamak söz konusu değil. Türkiye malesef “yenilenebilir enerjiyi kaynak çeşitliliği anlamında yapalım” noktasında kalmaya devam ediyor. Hala doğalgaz düşük karbon yakıtı olarak iklim değişikliğiyle mücadelede kullanılacak bir çözüm olarak görülüyor. Ancak savaş nedeniyle aslında yurtdışından gelen gaza güvenmenin sadece iklim açısından değil siyasi olarak da ne kadar yanlış olduğu ortaya çıktı. Öte yandan nükleeri de yine bir temiz kaynağı gibi iklimle mücadele ön plana alma öne sürme telaşı var. Aynı şey gazda olan sorunun aynısı nükleer için de geçerli. Nükleer enerjide tamamen Rusya’ya bağlı bir nükleer teknoloji kurulmaya çalışılıyor. Dolayısıyla Türkiye hem gazda hem de nükleerde tamamen bağımlı hale geliyor. Bunu da jeopolitik olarak Türkiye’nin siyasi bir güvenlik riski alması olarak yorumlamak gerekiyor. Dolayısıyla kömür ve nükleerden medet ummaktan vazgeçmek ve doğalgazın da en azından 2030’lardan sonra azaltılmasını kabul etmek gerekiyor. Bunları kabul etmediğiniz zaman ancak kaynak çeşitliliği sağlayabilirsiniz ve bunlar kısa vadeli çözümler olur.