Uzun zamandır emisyon azaltımına konu olan çelik endüstrisi, Paris iklim hedefleri doğrultusunda faaliyetlerini karbonsuzlaştırmak için artan bir baskıyla karşı karşıya. Kömüre dayalı çelik üretimi son yıllarda payının bir kısmını daha temiz üretim biçimlerine devretmiş olsa da, geçiş çok yavaş ilerliyor.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2050 yılına kadar Net-sıfır senaryosuna göre, ‘elektrik ark ocaklı’ kapasitenin toplam payı yüzde 53’e ulaşmalı. Bu da 347 metrik ton (Mt) kömür bazlı kapasitenin emekliye ayrılması veya iptal edilmesi ve 610 Mt elektrik ark ocağı kapasitesinin mevcut filoya eklenmesi gerektiği anlamına geliyor.
Temiz Enerji Haber Portalı olarak çelik sektörüne odaklandığımız dosya konumuzun ilk bölümünde Bilecik Demir Çelik A.Ş. Genel Müdürü Muammer Bilgiç ile çelik sektörünün son dönemde yaşadığı sorunları ve çözümlerini konuştuk.
Bilgiç, çelik sektörünün yeni bir hikayeye ihtiyacı olduğunu belirterek, karbonsuzlaşma yükümlülüklerinin temiz enerjiyi işaret ettiğine dikkat çekti.
Çelik sektörünün son dönemde yaşadığı sorunlara yönelik değerlendirmeleriniz nelerdir?
Hammaddesinde yüzde 70 ve enerjisinde yenilenebilir kaynaklar dışında tümü ile ithalata dayalı bir sektör olan çelik sektörü, pazar olarak da yüzde 50’den fazla kapasitesini ihracata yöneltmek zorundadır. Bu nedenlerle maliyet ve rekabet anlamında uluslararası jeopolitik gelişmelere çok bağlı bir sektördür. Küresel çelik endüstrisi ve pazarının karbonsuzlaşma süreçlerinin getireceği yeni sorunlar ve yaptırımların henüz somut olarak pek etkilemediği düşünülürse çelik sektörümüz şimdiye kadar yaşadığı sorunlardan çok daha ciddilerini yaşayacağı yeni bir döneme girdi denebilir. Sorun şimdiye kadar yaşanan klasik talep, arz vb. gibi ticari sorunlardan farklıdır. Hammadde ve enerji maliyetlerinin düzeyi çok ciddi ürün maliyeti, kârlılığı ve rekabet edebilirliği sorunlarına neden olmaktadır. Mevcut koşullarda çelik endüstrisi hem iç pazarda, hem de dış pazarda rekabet edebilirlik sorunlarını yaşamaktadır.
Karbonsuzlaşma süreçleri küresel enerji üretimini kökten değiştirmektedir, bu değişim, ülkelerin enerji ithalatına ve fosil yakıt rezervlerine bağlılığını azaltmakta, teknoloji, finansman ve yatırım ile ülke içinde üretebilecek temiz elektrik öne çıkmaktadır. Çelik sektörü özelinde geçmişte fosil yakıtların görece düşük maliyeti nedeniyle tercih edilmiş olan çelik yapım prosesleri ve teknolojileri yerine, yine cevhere dayalı ancak enerji türü temiz elektrik olan yeni primer çelik yapım teknolojileri öne çıkmaya başlamıştır. Enerji ve hammadde türlerindeki bu gelişme aynı zamanda çelik sektörümüzün en kritik döneminde çözümü de işaret etmektedir. Çelik sektörünün yeni bir hikayeye ihtiyacı vardır, eski yapılanma ve üretim tipi ile değişen dünyada rekabet edebilirlik açısından sorunlar vardır.
Enerji yoğun bir sektör olan çelik üretiminde yeşil enerji kullanımı çelik sektörünü nasıl etkileyecek?
Hammadde ve enerji kaynaklı rekabet edebilirlik/ maliyet sorunu ve karbonsuzlaşma yükümlülükleri çözüm olarak temiz enerji/elektriği işaret etmektedir. Yeni dönemde kendi tüketimi için yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektrik, sektörün maliyet profilini kökten değiştirecektir. Söz konusu yeni enerji kaynağı, sadece çelik üretim prosesi için değil, cevhere dayalı çelik hammaddesi üretimi için de yeni fırsatlar sağlayacaktır. Çok yanlış bir şekilde geciktiğimiz karbonsuzlaşma süreçleri, hem dünyaya karşı sorumluluklarımız, hem de 2030-2050 yolculuğunda söz konusu olacak karbon maliyetleri, tüm endüstrinin rekabet edebilirliği açısından sektörün önündeki en önemli sorunlardan biri olacaktır. Yeşil enerji tüm bu sorunlara karşı en önemli çözümdür.
Çelik sektörünün bu geçiş sürecinde karşılaştığı zorluklar ve yapılması gerekenler neler?
Fosil yakıt ve doğrusal ekonomi döneminin sonu gelmiştir, dünya iklim ve dönüşüm krizi yaşamaktadır, ülkemiz ve çelik endüstrimiz bu dönüşümü ve geleceği doğru algılamalıdır. Dönüşüm; marjinallerin fantezilerini değil, yaşamsal 1.5 C0 limitini aşmamak için yapmamız gerekenleri kapsamaktadır. Döngüsel çelik yapımı, verimlilik, ESG, temiz enerji, fosil yakıtlardan tümü ile çıkış, verimli kaynak kullanımı ve kapasite daralmaları gelecekte sadece ülkemiz ve çelik sektörümüzün değil, tüm dünyanın yapması gerekenlerdir.
Bu tarihsel dönüşümde çelik sektörü ve ülkemiz için en önemli sorun farkındalık, finansman ve bilgi eksikliği ile zaman darlığıdır. Batı ile her konuda olan faz farkımız bu konuda da vardır.
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın pek çok sektör gibi özellikle çelik sektörünü de ciddi anlamda etkilemesi bekleniyor. Türkiye bu süreci nasıl daha efektif yönetebilir?
SKDM sürecini sadece ihracatçıların yükleneceği yeni bir maliyet sorunu olarak algılamak en önemli yanlıştır. SKDM bugün sadece AB ile ilgilidir, yarın hemen tüm dünya benzer uygulamaları gündeme getirecektir. Zorunlu karbonsuzlaşma dönüşümünü sadece SKDM ve bununla ilgili sektörlerle sınırlamak, hem iklim değişiminin somut fiziki etkilerini artıracak, hem de gelecek olan yeni dünyaya hazırlıksız yakalanmamıza neden olacaktır. SKDM yeni bir maliyet sorunu değil, yeni dünya düzeninin bir taslağıdır, buna hazırlıktaki her gecikme, hem yeni teknolojiler açısından, hem de uyumu açısından diğer ülkeler ile aramızdaki farkı açacaktır. SKDM kavramının alt mekanizmalarının, karbonsuzlaşmanın hem kamu da, hem de özel sektörde yaygınlaşmasının, fosil yakıtlardan çıkış ile ilgili bir zaman programının, “kirleten öder” ilkesinin bir an önce en tepeden başlayarak yaşama geçirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin yerel emisyon ticaret sistemini kurmasının bu sektöre katkıları neler olabilir?
Karbonsuzlaşma gönüllülük ile yürütülecek bir çalışma değildir, karbon maliyetini her emisyon kaynağı hemen ödemezse, dönüşüm sadece isteğe bağlı kalacaktır. 2053 hedefleri için çalışma ancak maddi yaptırımlar bir an önce devreye girerse mümkün olacaktır, bu anlamda hem SKDM, hem de ETS’nin maddi yaptırımlarını devreye girmesi süreci hızlandıracaktır. Zaten çok zorlu günler yaşayan endüstrinin üzerine böyle bir yükü yüklemenin ne kadar doğru olduğu sorusu yanlış bir düşüncedir, çünkü iklim değişiminin somut etkilerinin maliyeti, karbonsuzlaşma maliyetlerinin çok üstünde küresel bir maliyettir. Bu nedenle tüm dünya kurulacak SKDM benzeri mekanizmalar ile finansal yaptırımları etkin bir şekilde uygulamazsa, karbonsuzlaşma için ödenmeyen maliyet, iklim krizi nedeniyle ödenecektir.
Karbonsuzlaşma dönüşümünün maliyeti dünyada trilyonlarca dolar iken, bizim, ülke olarak, dışarıdan gelecek sınırlı fonlar ile bu dönüşümü gerçekleştireceğimize inanmak büyük bir hatadır. Emisyon ticaretinin bir amacı dönüşüm yaptırımı ise diğer amacı dönüşüm için kullanılacak fon oluşumudur. ETS’nin bir an önce devreye girme zorunluluğunun nedeni ise SKDM yaptırımları devreye girdiğinde ülke içinde ödenilen karbon vergilerinin sınırda karbon vergisinden düşülecek olmasıdır. Yani eninde sonunda ödenecek bir tutarın ülke içinde kalması ETS’nin bir an önce devreye girmesi ile mümkün olacaktır.
Türkiye’nin karbonsuzlaşma faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 2053 hedeflerine ulaşmak mümkün olacak mı?
Türkiye’de karbonsuzlaşma faaliyetleri, hem kamu, hem de özel sektör açısından son derece yetersizdir. Farkındalık, oluşmakta olan yeni dünya düzeninin zorlamaları ile sınırlıdır. Fosil yakıtlardan çıkış merkezi otoritenin vereceği kararlar ile mümkündür, ancak 2023 itibarı ile merkezi otoritenin fosil yakıtlardan çıkış ile ilgili bir programı ve niyeti yoktur. Yenilenebilir elektrik yatırımları sadece yatırımcının niyetine bırakılmıştır, bu doğrultuda kamu kaynağı kullanımı yoktur. Daha da kötüsü, enerji arz güvenliği gerekçesi ile fosil yakıttan elektrik üretimi desteklenmektedir. Elektrik üretim sektörümüzün üretim tipleri profili; hem ülke ortalama elektrik maliyetinin, hem de grCO2/ kWh değerimizin yüksek olmasına neden olmaktadır. Örneğin çelik endüstrisi için kapsam 2 emisyon değerine temel teşkil eden grCO2/ kWh değeri, SKDM kapsamındaki emisyon maliyetimizin ciddi boyutlarda olmasına neden olacaktır. Her iki yüksek maliyet ihracatta rekabet edebilirliğimizin önündeki önemli sorundur. Arz güvenliğinin çözümü sadece eskimiş, üretim ve emisyon maliyeti yüksek elektrik üretim paçalının aynı şekilde korunması ile değil, tüm ülke kaynaklarının yenilenebilir elektrik üretimi yatırımları için kullanılması ile mümkündür. Mevcut uygulamalar ile 2053 net sıfır hedefi mümkün değildir, aslında bu kararı alanlar da net sıfır hedefine inanarak bu açıklamayı yapmamışlardır, Paris İklim Anlaşması’nın ülkemiz tarafından son anda imzalanmasına benzer bir şekilde 2053 hedefleri de formaliteden açıklanmıştır. 2030 ve sonrasında hem yeni dünya düzeni, hem de artacak olan iklim krizi paniği, ülkemizin bu konudaki tutumunu da derinden etkileyecektir, bu noktadan sonra artacak olan çabalarımız, gelişmiş ülkeler ile aramızdaki farkı kapatamayacak, iklim göçlerinin yıpratıcı etkisini gideremeyecek, iklim maliyetini karşılayamayacak, kaybedeceğimiz rekabet gücümüzü kazandıramayacaktır.
Karbonsuzlaşma, insanlık tarihinin 200 yılda gerçekleştirdiği fosil yakıta dayalı bir uygarlığın temiz elektriğe dayalı bir uygarlığa dönüşümünün 30 yılda gerçekleştirilmek zorunda olunmasıdır. 1.5 C0 sınırın 2030-2035’lerde aşılması mutlak gibidir, AB bu gidişi önlemeye yönelik çabaların önderi konumundadır. Uygulamaya konan mekanizmalar ve yaptırımlar, ne bir ticari koruma önlemi, ne marjinallerin fantezisi, ne de kapitalizmin yapısal krizinden çıkış çabasıdır. Tüm ülkeler ve Türkiye, “bu sonuçta benim payım çok az” demeden çözümde payını artırmaya çalışmalıdır. İklim krizi çerçevesinde değerlendirilmeyen hiçbir politik karar ve uygulama sorun çözücü olmayacaktır. Çok geciktik, hiç hazır değiliz ve çok acısını çekeceğiz, çocuklarımıza yaşanılacak bir dünya bırakmamanın tarihi sorumluluğunu yaşayacağız. Bu nedenle tüm gücümüzle karbonsuzlaşma süreçlerini her şeyin önünde değerlendirmeliyiz.