Dernekten yapılan açıklamada görüşlerine yer verilen Pınar, elektrikli araçların 1900’lere kadar uzanan bir geçmişi olmasına rağmen fosil yakıtların verimliliğinin, elektrikli araçların geliştirilmesini uzun yıllar geri planda tuttuğunu belirtti.
Karbon ayak izinin düşürülmesinin öneminden bahseden Pınar, “Günümüzde, dünya genelinde enerjiyle ilgili yeni trendler belirdi. Bu trendleri ‘5D’ olarak tanımlıyoruz: Deregülasyon, dekarbonizasyon, desantralizasyon, dijitalleşme ve demokratizasyon. Bunlar, enerji dünyasının ana akımlarıdır. Sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde en mühim mesele, iklimi korumak ve bu sorunun çözümünde de enerji sektörü, toplamın yüzde 80’ini oluşturarak en büyük paya sahiptir. Dolayısıyla çözümün de büyük bir parçası olmalıyız.” değerlendirmesinde bulundu.
“Türkiye’de satılan araçların yaklaşık yüzde 12’si elektrikli hale geldi”
“E-mobilite” ve “elektrifikasyon” kavramları ile yaşam alışkanlıklarındaki değişimin kastedildiğini aktaran Pınar, şunları kaydetti: “Dünya genelindeki araç sayısına baktığımızda, yaklaşık olarak 2.4 milyar araç bulunmaktadır. Türkiye özelinde bu sayının yüzde 1’ini alırsak, yaklaşık 22 veya 23 milyon araç olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, son 4-5 yılda elektrikli araç satışlarını hesaba katmazsak, bu araçların oranı on binlerle sınırlıyken, bugün Türkiye’de satılan araçların yaklaşık yüzde 12’si elektrikli hale geldi. Hindistan ve Çin gibi ülkeleri mikro mobilite trendleri nedeniyle ayrı tutarsak, genel olarak dünya çapında hala elektrikli araç oranı yüzde 1’lere ulaşmış değil.”
Pınar, Türkiye’nin enerji talebinde, mevcut tüketime ek olarak, e-mobilitenin katkısıyla yüzde 1,8’lik bir artış öngörüldüğüne ve bu kapsamda toplam satılan elektrikli araç sayısını takip ederek enerji şebekelerinin ne kadar kullanıldığının izlenmesi gerektiğine dikkati çekti.
Söz konusu artışın Avrupa ile kıyaslandığında, Türkiye’nin özgün durumunu gözler önüne serdiğini kaydeden Pınar, “Türkiye’de yıllık 500 bin üzerinde yeni araç bağlantısı beklenirken, Batı Avrupa’da bu sayı çok daha düşük. Bu nedenle, enerji tüketimimizde bir artış bekleniyor ve e-mobilitenin getireceği ek yükün, şebeke üzerinde homojen bir şekilde dağılmadığını biliyoruz. Şehir merkezlerinde enerji kullanımının yoğunluğu, elektrikli araçlar için şarj altyapısının yeterliliğini ve kullanım kolaylığını sorgulamamıza neden oluyor.” ifadelerini kullandı.
Pınar, “Elektrikli araçlar şehir içinde kullanım için avantajlı gibi görünse de, şarj istasyonlarının sağladığı hizmetin ve şarj ağı işletmeciliği sosyal hayatına entegre olacak şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Yani, sadece hızlı şarj imkanı değil, insanların şarj süresince vakit geçirebilecekleri sosyal ortamlar sunmak da önemli. Toplamda bakıldığında, bu sadece elektrikli araç satışlarının ötesinde, genel olarak değişen bir yaşam tarzının parçası olarak ele alınmalı.” değerlendirmesinde bulundu.