Yazar: Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı
Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP 28/ 28. Taraflar Konferansı) ülkeler, iklim değişikliğine sebep olan sera gazlarını azaltmak için mücadele verdiler. Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) de, sera gazlarının azaltımında faydalanılabilecek en önemli araçlardan biri. 2023 yılı itibariyle küresel emisyonların %18’i, 36 farklı ETS altında kontrol edilmeye çalışılıyor.
Türkiye ise Emisyon Ticaret Sistemi kurmanın ilk adımı olan sera gazı izleme sistemini (IRD) 2017 yılında hayata geçirdi. Belli büyüklükteki imalat sanayii ve elektrik santrallerini, 2025 yılı başından itibaren ETS kapsamına almayı planlıyor.
Ancak yazarı olduğum yeni bir çalışmaya göre Türkiye ETS’i, 2030 yılı için belirlenen emisyon azaltım hedefinin yetersizliği nedeniyle, ölü doğma riski taşıyor. Üstelik ETS kapsamının yalnızca emisyon büyüklüğüne bağlı olarak belirlenmesi, kirletici sektörlerde faaliyet gösteren tesislerin, ETS dışı kalması sonucunu doğurabilir.
Kapsam yalnızca emisyon büyüklüğüne göre belirlenmemeli
Uygulamanın ayrıntıları, henüz resmi olarak açıklanmış değil. Ancak yetkililerin beyanlarına göre, yılda 100 bin ton ve üzeri karbondioksit (CO2) emisyonu yapan elektrik, demir-çelik, alüminyum, çimento, cam, seramik, alçı, kireç, kağıt, rafineri ürünleri ve kimyasal ürün üreten tesisler, ilk etapta kapsam altına alınacak.
Ancak tesis seçim kriteri olarak sadece emisyon büyüklüğünü kullanmanın ve 100 bin tondan az emisyon yapan tesisleri hariç tutmanın olumsuz sonuçları var. Çalışmalar gösteriyor ki böyle bir durumda alçı, cam, mineral yün ve demir üreten hiçbir tesis, ETS kapsamında yer almayacak. Bu durum, Türkiye sanayiinin karbonsuzlaşma çalışmalarını olumsuz etkileyecek. Peki, yapılması gereken ne?
Bu konuda, ETS’nin en eski ve en yaygın uygulanan örneklerinden olan Avrupa Birliği (AB) ETS örnek alınabilir. AB ETS’de tesis kriterleri, ürün bazında belirleniyor. Örneğin alçı söz konusu olduğunda, 20 MW üstü yakma ünitesine sahip olan tesisler kapsama alınıyor. Bu sayede, ortalama olarak, yılda 30 bin ton CO2 salım yapan tesisler kapsama alınabilmiş oluyor. Türkiye ise, mevcut tanımla ilerlerse, 100 bin ton altı salım yapan bu gibi tesisleri kapsam dışında tutmuş olacak.
Düşük karbon fiyatı, ETS’yi etkisiz kılar
Herhangi bir ETS uygulamasının etkili olabilmesi için dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli unsur ise, tesisler için belirlenecek sınırın (cap) düzeyi ve zaman içindeki seyri.
ETS uygulamaları, karbon piyasasında oluşan fiyatlar sayesinde sera gazı emisyonlarını düzenlemeyi amaçlıyor. Emisyon bütçesini aşan şirketlerin, emisyon bütçesinin tamamını tüketmemiş şirketlerden kirletim hakkı (tahsisat) satın alması gerekiyor. Böylelikle tesisler, daha az salım yapmaya teşvik ediliyor.
Tabii ki bu sistem ancak, karbon fiyatının yeterli bir düzeyde seyretmesi halinde işe yarıyor. Dolayısıyla, olması gerekenden yüksek belirlenmiş bir sınır, karbon fiyatlarının düşmesine ve ETS’nin etkisiz kalmasına sebep oluyor. Bu durumu açıklayacak iyi bir örnek olarak, AB ETS’nin ilk dönemlerinde yapılan hatalar gösterilebilir. AB’deki uygulamanın ilk dönemlerinde bu üst sınır, tesislerin mevcut emisyon seviyelerinin üstünde belirlenmişti. Bu nedenle 2008 yılında karbon fiyatları, neredeyse sıfıra düşmüştü.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye ETS için de benzer bir tehlikenin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki, henüz resmi bir sınır açıklanmadıysa da, 2025-2027 arasındaki pilot dönemde, Türkiye’nin bu sene Birleşmiş Milletler’e sunduğu Ulusal Katkı Beyanı’nın temel alınacağı duyuruldu. Bu durum, Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı’nda 2030 yılı için koyulan emisyon hedefinin yüksekliği nedeniyle sorunlu.
Tarihsel patika baz alınmazsa 17 milyon adet arz fazlası oluşacak
Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı’nda yer alan, hiçbir iklim politikası gütmediği durumda 2030 yılında ne kadar emisyon yapacağına dair sunduğu projeksiyon, oldukça tartışmalı.
Türkiye, 2021 yılında 564 milyon ton olan emisyonlarının, herhangi bir önlem alınmadığı takdirde, 2030 yılında 1.2 milyar tona yükseleceğini söylüyor. Aynı yıl için belirlediği hedef ise, emisyonları %41 oranında azaltarak 695 milyon tonla sınırlamak.
Oysa Türkiye’nin 1990-2021 yılları arasındaki tarihsel emisyonlarına baktığımızda, ortalama yıllık 11.2 milyon tonluk bir artış olduğu görülüyor. Bu trendin önümüzdeki dönemde de devam edeceği varsayılırsa, 2030’da Türkiye’nin toplam emisyonlarının 653 milyon ton CO2’e ulaşması beklenebilir.
Bu, hem 2030 yılında yapılacağı hesaplanan 1.2 milyar tonluk emisyondan hem de hedeflenen 695 milyon tonluk emisyondan düşük. Dolayısıyla, eğer Ulusal Katkı Beyanı’ndaki projeksiyon temel alınır ve tesislerin kirletim hakları bunun üzerinden tahsis edilirse, ancak emisyonların gerçek artışı tarihsel patikayı izlerse, 2027’de karbon piyasasında 17 milyon adet arz fazlası oluşacağı hesaplanıyor. Arz fazlası ise fiyatın sıfıra düşmesi ve ETS uygulamasının etkisiz kalması anlamına geliyor.
Karbon yoğun tesisler haksız kazanç sağlayabilir
Tahsisat arz fazlasının bir diğer olumsuz sonucu ise, kimi tesislere haksız kazanç fırsatı yaratması. Bu haksız kazanç, kullanılmayan tahsisatların piyasada para karşılığı satılması ve – katlanılmamış da olsa – karbon maliyetinin fiyatlara yansıtılmasıyla elde edilebiliyor. Az önce bahsettiğimiz AB örneğinde şirketlerin, 2008 ve 2015 yılları arasında fazladan edindikleri tahsisatları satarak toplamda 7.5 milyar euro kazandıkları hesaplanıyor. Buna ek olarak, katlanmadıkları karbon fiyatlarını ürünlere yansıtarak, toplamda 16.7 milyar euro haksız kazanç sağladıkları belirtiliyor.
Türkiye’de de ücretsiz tahsisatlar, paradoksal bir biçimde, karbon yoğun tesisleri ödüllendirebilir ve karbonsuzlaşma çabalarını sekteye uğratabilir. Bu istenmeyen sonuçlardan kaçınmanın yolu, Türkiye’nin yeni bir Ulusal Katkı Beyanı sunarak emisyon taahhütlerini sıkılaştırmasından geçiyor.
Türkiye iklim hedeflerini güçlendirilmeli, fosil yakıt teşviklerini sonlandırmalı
Hem Türkiye’de aktif olan sivil toplum kuruluşları hem de ülkelerin iklim hedeflerini inceleyen Climate Action Tracker gibi uluslararası kurumlar, Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı’nda sunduğu patikayı, küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırma hedefiyle uyumsuz buluyor.
Yapılan çalışmalara göre, 1.5°C hedefi için Türkiye’nin 2030 yılı emisyonlarını 695 milyon tonla değil, 434 milyon tonla sınırlaması gerekiyor. ETS’deki şirketlerin toplam emisyonlardaki payı hesaplandığında, sistemin emisyon sınırının ise 192 milyon ton olarak belirlenmesi gerektiği ortaya çıkıyor.
Son olarak, ETS’nin sera gazlarının düşürmek için mevcut araçlardan yalnızca biri olduğu ve diğer alanlarda uygulanacak politikalarla etkinliğinin artırılabileceği veya azaltılabileceği de unutulmamalı.
Türkiye’nin ETS ile uyumsuz en temel politikası ise fosil yakıtlara verilen teşvikler. Eğer yerli ETS’nin başarılı olması isteniyorsa, fosil yakıt teşviklerinin de derhal kaldırılması gerekiyor.
*İklim Masası, iklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri kamuoyunda yaygınlaştırmayı hedefleyen ücretsiz bir haber servisidir. Yazarları, haberleştirdikleri konularda uzmanlığı bulunan bilim insanlarıdır.