İklim değişikliği ile mücadelenin ilk aşamasında, kömür santrallerinin kapatılması ile problemin çözüleceğini düşünenlerin sayısı az değildi. Güneş enerjisi maliyetlerindeki büyük düşüşler ve artan yenilenebilir enerji teknolojileri ile elektrik tarafında da bir ışık belirdi. Dolayısıyla enerjinin veya nihai tüketimin yüzde 25’i çözüldü. Geriye kaldı yüzde 75.
Geçtiğimiz haftalarda ülkeler arka arkaya net sıfır hedeflerini açıkladı. Çin’in hedeflerini nasıl yerine getireceği konusundaki tartışmalardan anladığımız kadarıyla ülke, bu durumu nükleer enerji ve güneş enerjisi ile çözmeyi düşünüyor.
Xi Jinping’in açıklamalarının arkasında Çinli bir profesör çıktı, ancak Çin tarafında sanayi ve ısının yeşillenmesi konusunda özel bir strateji göremedik.
Yine Çin dışında farklı ülkeler de iklim değişikliği ile mücadele için nükleer enerjiyi ön plana çıkarıyor ve bunun tek sebebi çevre olmayabilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ise Biden yönetimi, özel iklim müzakerecisi olarak John Kerry’i atadı. Anladığımız kadarı ile ABD Çin ile uğraşmak yerine, daha dışa açık bir strateji izleyecek.
Partide radikal iklim planları konusunda adım atılmasını isteyenlerin bu isteklerinin bir kısmını hayata geçirmesi mümkün gibi duruyor. ABD’nin bu stratejisini başarması için Senato’da demokrat ağırlığı olması gerekiyor, ancak bir yandan da bu durum oldukça güç görünüyor. ABD’de elektrik sektöründe bir plan olsa da, Senato taraf olmadan tüm sanayinin dönüşümü biraz daha zaman alacak.
İngiltere’de ise 10 maddelik bir plan açıklandı. Küçük modüler reaktörlerden, açık deniz rüzgâr enerjisine, benzinli ve dizel arabaların kullanımdan çıkarılmasından, hava taşımacılığındaki tedbirlere kadar İngiltere’nin güçlü olduğu noktaları içeren bir plandı bu.
İngiltere karbon tavan fiyatı ile kömürün oranını düşürdü. Doğalgaz kömürün yerine geçti ama bu noktada doğalgazı ikame etmek daha zor olabilir. Bunun yanı sıra, ülkenin hidrojen stratejisi de var ama hidrojenin sanayide kullanımı çok fazla teşvik isteyecektir.
Avrupa Birliği’nin (AB) ise her türlü planı var. AB o kadar çok plan ve düzenleme yapıyor ki bu anlamda ülkemize benziyor; çok sayıda kural var ama uygulamalar çok geriden geliyor.
AB 2003’lerde çok hırslı bir hidrojen planına sahipti fakat bu konuda yeterince ilerleyemedi. Şimdi ise en azından elektrolizörler ile ilgili bazı hedefleri var.
Elektrolizörlerin en güzel tarafı elektrik ve doğalgaz altyapılarını birbirine bağlaması. Aynı zamanda elektrikte bir talep noktası gibi davranarak, bunu doğalgaz da bir arz noktasıymış gibi kullanmak mümkün. Tabii bunlar metan ve hidrojen karışım teknolojileri için geçerli. Fakat ilk ve en önemli nokta elektrolizörler değil, önemli olan hidrojenin nihai tüketim marketleri.
Bu durumda ilk akla gelen rafineri ve kimyasal tesisler ama metandan hidrojen elde edilmesiyle yeşil hidrojenin arasındaki fiyat makası neredeyse dokuz kat. Elektriği dokuz kat ucuzlatsak zaten sistemi elektrifikasyon ile emisyonsuz hale getirmek daha mantıklı olacak. Teknolojik yatırımlar ve ölçeklendirme ile elektrolizör maliyetlerini hızla düşürmek en mantıklı yol. Sonrasında ise çelik altyapının hidrojene hazırlığı önemli olacak.
Ardından daha önemli bir noktaya geliyoruz ki; çimento, çelik ve diğer sanayi kollarının emisyonsuz hale getirilmesi. AB’nin sınır vergisinin arkasında yatan sebeplerden biri de sanayi sektöründeki dekarbonizasyon hamlelerinin getireceği maliyet olabilir. Yani çelik üretiminde hidrojeni daha fazla kullanmak için yapılacak yatırımlardaki 1-2 milyar dolarlık dönüşüm bedelleri Alman çelik sektörü tarafından yeterli bulunmuyor.
Çimentoda ise emisyon düşürme hedefleri var. Emisyonları yüzde 30 azaltma hedefinden sonra karbon nötr olma, klinkeri azaltma, akıllı çimento derken bir hareket olduğu görülüyor.
Çin de ise ne çelikte ne de çimentoda bu anlamda bir hareketlenme yok. Kaldı ki çimento tarafındaki hedefler, AB tarafında da tam olarak hedef sayılmaz.
Dekarbonizasyon için gerekli sanayi dönüşümü için belirli teknolojilerin olgunlaşmış olması gerekiyor. Örneğin demirin indirgenmesinde veya demir oksitin oksijeninin, karbon yerine hidrojen ile tutulmasında ihtiyaç olacak hidrojen için elektrik miktarı bayağı yüksek görünüyor.
Peki, diğer sanayi kollarında, örneğin kâğıt, tekstil vb.de ısı için hidrojen mi elektrik mi kullanacağız?
Enerji verimliliği ise petrol krizlerinden beri gündemimizde… Enerji krizleri derslerinde öğrencilere söylediğim bir şey var; “Her krizde değişmeyen iki şey vardır; yeni yatırım ve enerji verimliliği.”
Fakat ben enerji verimliliğinde teknolojik dönüşümün sağladığı verimliliğin yanı sıra davranışsal değişiklik kısmından da umutlu değilim. Verimlilikte fiyat çok önemli bir etki ancak fiyat aynı zamanda enerji yoksulluğunun da sebebi.
İngiltere’nin planında bir de ısı pompası stratejisi yer alıyor. Isı pompaları gerçekten de ısı ihtiyacını değiştirebilir mi? Yıllardır ısı pompalarının faydalarını duyuyoruz, fakat ilerleme yavaş oluyor. Belki evlerde klimayı zorunlu tutmak çok daha ucuz bir yol olabilir. Ama ısı pompalarının potansiyelini de küçük görmemek lazım. Bu sıralar bunu araştırıyorum…