Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı ve İklim Başmüzakerecisi Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar, “TÜSİAD Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi Rapor Tanıtımı” başlıklı internet seminerinde yaptığı konuşmada, çevre konusunda Türkiye’nin AB standartlarına ulaşabilmesi için kişi başı 1.000 avro, toplamda 80 milyar avro civarında fona ihtiyaç duyulduğunu söyledi.
Böyle bir kaynakla AB standartlarında altyapı sistemlerine kavuşulabileceğini ifade eden Birpınar, Türkiye’nin, tüm çevresel altyapıyı kurabilmesi için ihtiyaç duyduğu parayı hibe olarak değil, kredi olarak talep ettiğini aktardı.
Yeşil İklim Fonu gibi uluslararası fonların Türkiye’ye açılması gerektiğini belirten Birpınar, “Bu fonlardan biz de faydalanalım ve çevreyle ilgili altyapılarımızı yapalım istiyoruz. Neden bunu istiyoruz? Çünkü çevre kirliliğinin sınır tanımadığını çok iyi biliyoruz. Yani Avrupalı dostlarımıza hep şunu söylüyoruz; bize vize koyabilirsiniz ama bizim kirliliğimize vize koyamazsınız. Onun için Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) fonlarını kesme noktasında bize cezalandırıcı işler yapmayın.” şeklinde konuştu.
Birpınar, çevre kirliliğinin ülkeler arasındaki yayılma hızına dikkati çekerek, şunları kaydetti:
“Çevre konusunda ben Akdeniz’i kirlettiğim zaman, bu kirlilik 10 dakika sonra İtalya’ya gidiyor, 1 saat sonra İngiltere’ye gidiyor. Bunun tersi de olabiliyor, oradaki kirlilik buraya da gelebiliyor. Hava kirliliği, toprak kirliliğinde de bu etkileşimi görebiliyoruz. Dolayısıyla çevre konusunda, hiçbir şekilde ülkeler cezalandırılmamalı. İklim değişikliğiyle mücadele fonlarının talep eden ülkelere açık olması gerektiğini düşünüyorum. Bu fonları alıp neticede çevre yatırımları yapacağız ki daha etkili bir şekilde iklim değişikliğiyle mücadele edebilelim. Ancak ‘Türkiye, sen bu fonlardan yararlanamazsın’ denildiği zaman, biz de şöyle düşünüyoruz; bu uluslararası fonlardan Güney Kore, Hindistan, Çin, Meksika, Arjantin, Brezilya, Singapur, Körfez’deki bütün petrol üreten zengin ülkeler faydalanabiliyorken Türkiye’nin faydalanamaması veya ‘Bu fonlara erişemezsin” denmesini tamamen siyasi veya kasıtlı davranışlar olarak görüyoruz.”
Bir dönem Türkiye’nin; Dünya Bankası Grubu, Fransa, Almanya ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreterliği ile iklim eylemi konusunda ihtiyaç duyduğu finansmanın uygun koşullarla karşılanması için bir mutabakat zaptı üzerinde çalıştığını hatırlatan Birpınar, “En azından bunun çözülmesi gerekiyor. Yeşil İklim Fonu dışında Dünya Bankası’ndan, Fransa Kalkınma Bankası’ndan ve Almanların yardımlarıyla belirli paketler halinde Türkiye’ye yardım yapılması gerekiyor. Mutabakatlarda da ‘Paris Anlaşması’nı tanıyoruz’ diye ifadelerin kullanılması gerekiyor. Bizim taraf olmadığımız bir anlaşmayı bize dayatmalarının da çok şık olmadığını ifade etmek istiyorum.” değerlendirmesinde bulundu.
Birpınar, İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılması planlanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı’nda (COP26) Türkiye’nin problem çıkarılması istenmiyorsa Türkiye’ye verilen sözlerin tutulması gerektiğini söyledi.
Birpınar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Daha evvel yaptığımız COP’lar, Paris’ten bu yana bize verilen sözler tutulmadığı için Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın talimatlarıyla bu konular çözülmeden Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olma ihtimali yok. Bu zamana kadar, aslında Paris’ten sonraki COP’larda gerekli çabaları Türkiye, sistemin bozulmaması için ve müzakerelerin yürümesi adına gösterdi. Ama Glasgow’un daha zor bir COP olacağını ifade etmek istiyorum. Türkiye’yi oyalama taktiklerinden vazgeçilmesi gerekiyor. Türkiye’nin artık yeterince beklediğini ve sabrının bu konuda kalmadığını ifade etmek istiyorum.”
İklim Kanunu çalışmalarının hızla devam ettiğini aktaran Birpınar, yıl sonuna kadar İklim Kanunu ve mevzuat taslak çalışmalarını hazırlamayı hedeflediklerini bildirdi.
“Paris Anlaşması’nı stratejik öncelik olarak benimsiyoruz”
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski de iklim değişikliğinin, harekete geçmek için uygun an beklenilecek bir sorun olmadığına işaret ederek, birçok sektör açısından iklim değişikliğine bağlı risklerin azaltımı ve değişen iklim şartlarına uyumun öncelikli değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Doğru politika ve stratejiler ile vakitlice adım atılmaması durumunda ödenmesi gereken faturanın bedelinin her bakımdan artacağını belirten Kaslowski, “2020 sonrası küresel iklim rejiminin omurgası olan Paris Anlaşması’nı da bu nedenle yakından takip ediyoruz ve stratejik öncelik olarak benimsiyoruz. Anlaşma, iklim değişikliği ile mücadele çabalarının artırılması hedefini ortaya koyarken, aynı zamanda yeni bir ekonomik düzene de yön veriyor. Farklı gelişmişlik düzeyindeki ülkeler ve uluslararası finans kurumları, iklim değişikliği kaygılarını içselleştirerek mücadele ve uyum yönünde stratejiler geliştiriyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Kaslowski, AB’nin yeni büyüme stratejisi olarak tanımladığı Yeşil Mutabakat’ın sadece AB üyelerini değil, AB ile ticaret yapan ülkelerin tüm ekonomik sektörleri ile üretim ve tüketim kalıplarını derinden etkileyeceğine işaret ederek, şunları kaydetti:
“Mevzuatın revizyonunun yanı sıra dış ticaret kurallarını belirleyen STA’lar ve Sınırda Karbon Düzenlemesi etkili uygulama araçları olarak hayata geçecek. Ar-Ge’yi, özel ve kamu finansman araçlarını da kapsayan en az 1 trilyon avroluk bir bütçenin bu mutabakata tahsis edilmiş olması güçlü bir etkinliğe de fırsat verecek. En önemli ticaret partnerimiz AB’nin küresel tedarik zinciri içinde oynayacağı bu belirleyici rol, ülkemizde de bir dönüşüm ihtiyacına işaret ediyor.
Düşük karbonlu kalkınmanın sağladığı fırsatları ve yaratılan katma değeri artıracak, yeni istihdam alanlarını destekleyecek bir ekonomik dönüşümü kurgulamalıyız. Bu sürece yönelik zihinsel dönüşümü hızla gerçekleştirmeliyiz. Raporlarımız; düşük karbonlu kalkınmanın çevresel hedeflerimize hizmet ederken, ekonomik göstergeler bağlamında da önemli fırsatlar barındırdığını gösteriyor. Politikalarımızla ve uygulama mekanizmaları ile bu dönüşümü ivmelendirmeliyiz. Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği potansiyelimiz çok güçlü. Daha etkili finansal araçları bu dönüşüm için yönlendirmeliyiz.”
“Avrupa Yeşil Mutabakatı, dikkatle izlenmesi gereken unsurlar içeriyor”
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Murat Özyeğin ise TÜSİAD olarak düşük karbonlu kalkınma olgusunu her zaman önceliklendirdiklerini söyledi.
Çalışmaları sayesinde önemli hacimde müktesebat oluşturduklarını ifade eden Özyeğin, tüm bu görüş ve öneri setlerinin, ilgili kamu kurumlarıyla gerçekleştirdikleri istişare süreçlerine önemli girdiler sağladığını kaydetti.
Uluslararası düzeyde yürütülen çalışmaları da titizlikle takip etiklerini aktaran Özyeğin, “UNFCCC Taraflar Konferansları, iklim değişikliği rejiminin şekillenmesinde son derece önem verdiğimiz bir platform. Aktif bir şekilde yer alıyor, Türk iş dünyasının görüşlerini paylaşıyoruz.” dedi.
Özyeğin, Türkiye’nin de en önemli ticaret partneri olan AB’nin açıkladığı ve 2050 yılında karbon nötr bir Avrupa hedefleyen Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın dikkatle izlenmesi gereken unsurlar içerdiğini vurguladı.
İklim değişikliği, tüm ekosistemi tehdit eden en öncelikli küresel risk
Konuşmaların ardından “TÜSİAD Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi Raporu” tanıtıldı.
Rapora göre, iklim değişikliği; sürdürülebilir kalkınmayı ve tüm ekosistemi tehdit eden en öncelikli küresel risklerden biri olarak dikkati çekiyor.
Bu çerçevede iklim değişikliği ile mücadele ve iklim değişikliğine uyum; tüm ekonomilerin yanı sıra başta BM olmak üzere diğer çevre, ekonomik ve toplumsal alanda faaliyet gösteren uluslararası örgüt ve kuruluşların da öncelikli gündem maddeleri arasında yer alıyor.
Raporun ulaştığı makroekonomik bulgularla varılan değerlendirmeler şöyle özetleniyor:
“Avrupa Yeşil Düzeni, Türkiye için bir risk olduğu kadar, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen bir dönüşümün aracı olarak yepyeni bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Unsurları kararlılıkla saptanmış bir stratejik dönüşüm çerçevesinde, emisyon azaltımını, elde edilen fonların şirketlerin yeşil dönüşümü amacıyla kullanılmasını ve yenilenebilir enerji ile enerji verimliliğini merkeze alan alternatif bir Yeşil Ekonomik Dönüşüm senaryosu sayesinde gerek milli gelirde gerekse sera gazı emisyonlarında anlamlı iyileştirmelerin sağlanabileceği öngörülmektedir. Yeşil ekonomik dönüşüm stratejisi emisyon azaltım hedeflerinin ulusal ekonomide üretim ve istihdamın artırılarak sağlanabileceğini göstermekte; Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma stratejisi arayışlarına önemli bir alternatif sunmaktadır.”
(AA)