Yazar: Doç. Dr. İzzet Arı – Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi
Paris Anlaşmasının uygulamaya geçmesiyle birlikte enerji sektöründe ve hatta ekonominin genelinde dönüşüm süreci başlamıştır. Bu dönüşüm düşük karbonlu ekonomiye geçiştir. Uluslararası kuruluşlar, ülkeler, yerel yönetimler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün bu geçiş dönemine hazırlık yapması gerekmektedir.
Paris Anlaşması tüm ülkelerden iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik somut adımlar atmasını beklemektedir. Gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin ve en az gelişmiş ülkelerin ulusal kapasite ve sorumluluklarına göre küresel sorunun çözümüne katkı sağlamaları beklenmektedir. Ülkeler bu sorumluluklarını Ulusal Katkı Beyanları (Nationally Determined Contributions-NDCs) temelinde gerçekleştirmektedir. Paris Anlaşması ana amaç olarak küresel sıcaklığı 1,5 C derece ile sınırlandırırken stratejik amaç olarak tüm ülkeler tarafından uzun dönemli düşük karbonlu kalkınma stratejilerini hazırlamasını talep etmektedir. Paris Anlaşmasının 4.19 Maddesi’nde yer alan bu ifade, başta enerji sektörü olmak üzere emisyonlara neden olan tüm sektörlerde emisyon azaltılması ve hatta sıfırlanmasına kadar gidebilmektedir. Son zamanlarda “net-sıfır emisyon” ve “karbon nötr” gibi uzun vadeli amaçlar Paris Anlaşması’nın hedeflerini yerine getirmekle doğrudan ilgilidir.
Paris Anlaşması gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler için farklı emisyon azaltım hedefi kolaylığı sağlasa da 2050 yılına kadar tüm ülkelerin ekonomilerindeki yapısal dönüşümü tamamlaması gerekmektedir. Bu kapsamda kısa, orta ve uzun vadede yapılacaklar belirli bir finansman ve teknolojinin imkân verdiği ölçüde harekete geçirilebilecektir.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change-IPCC) azaltım raporlarıyla izlenecek yolları araştırmakta ve Paris Anlaşmasının daha etkin uygulanmasına yardımcı olmaktadır. Örneğin tüm ülkeler kısa vadede, fosil yakıtlara bağımlı ya da dayalı enerji tesislerini kurmayı veya ölçek artırmayı sonlandırmalıdır. Fosil yakıtların hem hava kalitesi hem de sera gazı emisyonlarına neden olan ana faktör olduğu zaten uzun süredir bilinen bir gerçekliktir. Ayrıca, artan sosyal maliyetler ve bu yakıtların getirdiği jeopolitik riskler enerjideki dönüşüm ile en aza indirilebilecektir. Yenilenebilir enerjinin arzı ve fosil yakıtları ikame etmesi ilk öncelik olmalıdır. Daha sonra, fosil yakıtlardan kömür, linyit, asfaltit gibi karbon yoğunluğu yüksek olan birincil enerji kaynakları yerine ilk aşamada doğal gaz gibi karbon yoğunluğu daha düşük olan yakıtlara geçiş yapılması mümkündür. Bu geçiş daha kısa dönemde hayata geçirilecek bir adım olup orta ve uzun vadede tamamen fosil yakıtlardan çıkış gerçekleştirilmesi beklenmektedir. Kısa vadede yapılacak bir diğer adım ise enerji verimliliğini tüm sektörlerde artırmaktır. Örneğin, elektrik üretiminde santraller / tesisler bazında yapılacak iken iletim ve dağıtım hatlarının iyileştirilmesi, yenilenmesi ve güçlendirilmesi elzemdir. Binalarda (konut ve iş yerlerinde) yalıtım, doğru iklimlendirme, imar planlarında arazi ve bakının iklimsel şartlar ve güneş ışığını etkin kullanımını sağlama gibi bilinen yöntemlerin yaygınlaştırılması ve hatta zorunlu hale getirilmesi gerekmektedir.
Sanayide ve özellikle imalat sanayinde gerek hammadde kullanımı gerekse enerji çevrim kullanımında sektör bazında verimlilik artırıcı önlemler alınabilir. Ancak sanayideki dönüşümün kısa ve hatta orta vadede olmasını beklemek rasyonel olmayacaktır. Öncelik arz tarafında enerji kaynaklarında dönüşüm daha sonra rekabet, artan refah ve bilinçle birlikte tüketici tarafında tercihlerin net-emisyon politikasında hissedilir bir noktaya gelmesi 2030 yılından önce olmayabilir. Benzer şekilde ulaştırma sektöründe de kısa vadede içten yanmalı motorlu araçlarda verimlilik artışı, elektrikli araç sayısında artışı destekleme, kent içi ulaşım ağını genişletme kısa vadede yapılabilecekler arasında sayılabilir. Bununla birlikte ulaştırma sektörü orta vadede elektrikli araç sayısını ve oranının artırırken ihtiyaç duyduğu elektrik için hem kullanım altyapısını iyileştirmek (şarj istasyonları sayısını artırmak, elektrik sektörü için doğacak yeni talepler için kurulu gücü artırmak) hem de tüketicilerin daha satın alınabilir fiyat bandında araç teminini sağlamak önemli bir politika olacaktır. Uzun vadede ise doğrudan fosil yakıtlara bağımlı motorlu araçların üretilmemesi ve kullanılmaması hedefi belirginleşmelidir. Örneğin AB’nin Yeşil Mutabakatı ve yüzde 55 hedefi (fit for 55) bu doğrultuda 2035 yılına kadar araç parkını değiştirmeyi hedeflemektedir.
IPCC’nin yaptığı çalışmalara benzer olarak, Uluslararası Enerji Ajansı (International Energy Agency-IEA) bu yıl Net Sıfır Emisyon Yol Haritasını ve İlkelerini belirledi. Net Sıfır için Yedi İlkenin birincisi “Sürdürülebilir Toparlanma Fırsatı”. Buna göre Covid-19 ile birlikte ekonomilerin yeniden canlanmasında sürdürülebilir bir toparlanma ortamı ve net sıfır enerji sistemleri önemli bir fırsat sağlayabileceğinin belirtilmesi krizi fırsata çevirme bakımından yerinde bir strateji olarak ortaya çıkmaktadır. İkincisi, “2030 ve sonrası için net sıfır yol haritası”. Bu ilkede ülkelerin önümüzdeki 10 yıl boyunca daha iddialı hedefler ve uygulamalarla, yeşil ekonomi ve düşük karbonlu ekonomilere geçişi hızlandıracak ulusal yol haritalarını belirlemesi gerekmektedir. Ülkelerin sunduğu raporlar bu hedef ile uyumlu olmalıdır. Üçüncüsü, “Geçiş sürecinin hızlanması için bilgi paylaşımı”. Bu ilkede en iyi uygulama örnekleri, temiz ve yeşil enerji sistemlerine geçiş için uygulama programlarıyla başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere uygulamada karşılaşılan zorlukların azaltılmasına yardımcı olunması önerilmektedir. Dördüncüsü, “İnovasyon”. Özellikle derin dekarbonizasyon yapabilecek iklim dostu yeni ve gelişen teknolojilerin geliştirilmesi ve yayılmasında kamu-özel sektör işbirliği inovasyonun iyileştirilmesinde yer alabilir. Beşincisi “Kamu ve Özel Sektör Ortak Yatırımları”. Fosil yakıtlara dayalı enerji sistemlerinden yenilenebilir enerji ve iklim dostu teknolojilere geçiş için hem teknoloji hem de altyapı yatırımlarına ihtiyaç duyulduğu bilinmekte. Bu yatırımlar kamu ve özel sektör eliyle birlikte gerçekleştirildiğinde ulusal kaynakların doğru tahsisi ve uluslararası kaynaklarında hızlı mobilizasyonu önem kazanmaktadır. Altıncısı “İnsan merkezli geçiş süreci”. Temiz enerji teknolojilerinin bireyler ve toplumlar üzerinde etkisi olduğu gerçeği yadsınamaz. Burada önemli olan toplumun tümünün geçiş sürecinin sağlayacağı fırsat ve başarılar konusunda bilinçlendirmek. 2021 yılı başında kurulan ve Danimarka Başbakanı’nın başkanlık ettiği Enerji Geleceğimiz: İnsan Merkezli Temiz Enerji Dönüşümleri Küresel Komisyonunun çalışmalarının yol göstermesi beklenmektedir. Son olarak “Güvenli, sürdürülebilir, karşılanabilir ve dayanıklı enerji sistemleri”. Temiz enerjiye geçişin yaratacağı teknik zorluklar, siber güvenlik eksiklikleri ve yeni ekipmanlar için kritik hammadde yetersizliği olabilecektir. Burada özellikle, devletler risk yönetimi yaparak ve ülkeler arasında işbirlikleri oluşturarak süreci sağlıklı bir şekilde tamamlayabilirler.
IEA’nın bu çalışması ve politika önerileriyle birlikte bu yılki G-20 İklim ve Enerji Bakanları Toplantısında, Paris Anlaşmasının 1,5°C ortak hedefinin yinelenmesi, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (United Nations Framework Convention on Climate Change-UNFCCC) 26. Taraflar Konferansı (COP-26) öncesinde daha güncel ve iddialı NDC hedeflerinin beklenmesi ve ilk defa G20 düzeyinde enerji üretimi, emisyon ve iklim değişikliği bağlantısı kurulması Net Sıfır Emisyon ve Temiz Enerjiye geçiş için politik sahipliliğin ve kararlılığın olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporunun Birinci Çalışma Grubu Raporu ve UNFCCC’nin NDC sentez raporu ülkeler tarafından belirlenen emisyon azaltım taahhüdünün Paris Anlaşmasının amacına ulaşmadan uzak olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ülkelerden daha fazla emisyon azaltımı beklenmektedir.
Türkiye tam da bu raporların dünya gündeminde tartışıldığı bir döneme Paris Anlaşmasına taraf olmaya karar verdi. Bu durum, iklim değişikliğiyle mücadele için oldukça önemli ve yerinde bir karar olmakla birlikte Paris Anlaşmasının müzakere süreci Türkiye için esas şimdi başlamakta. Türkiye’nin özel koşulları, Paris Anlaşmasından beklentileri veya istemedikleri uygulama ve müzakere sürecine bağlı olduğu ortadadır. Ayrıca AB’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi ve Türkiye’ye etkilerinin diğer bir müzakere masasında süreci de unutulmamalıdır. Türkiye artan emisyonlarıyla Paris Anlaşmasının hedeflerine sağlayacağı katkı uluslararası kuruluşların ve diğer ülkelerin beklentileriyken Türkiye için de ulusal ölçekte Net-Sıfır emisyona hedefine nasıl ve hangi araçları kullanarak yapılacağı da bir soru işaretidir. Enerjide bu dönüşümün en hızlı ve somut olarak görülebileceği elektrik sektöründe dahi tablo iç açıcı değildir. Türkiye 2020 yılında yaklaşık 303 milyon MWh elektrik üretmiş ve bunun yüzde 57’si fosil yakıtlardan (linyit, ithal kömür, doğal gaz vd.) sağlanmıştır. Yenilenebilir enerjideki rüzgar ve güneş kurulu gücü artsa da henüz net-sıfır emisyon hedefine yakınsayacak katkıyı verecek durumda değildir. 2020 yılında rüzgâr ve güneş toplam elektrik talebinin yalnızca yüzde 12’sini karşılayabilmiştir. Yenilenebilir enerji kaynakları arasında en büyük katkıyı yüzde 26 ile hidrolik yapmıştır. Ancak değişen yağışı rejimi ve kuraklık sorunu hidrolik üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Bu nedenle rüzgâr ve güneş gibi kaynakların kullanımı için kurulu güç artması gerekmektedir. Örneğin 2021 yılı ilk sekiz ayında hidrolikten elektrik üretimi yüzde 19’a kadar gerilemiştir. Aynı dönemde rüzgâr ve güneş yüzde 13 kadar katkı sağlayabilmiştir.
Türkiye için yapılan elektrik üretim projeksiyonları 2030 yılı için 420 ila 460 milyon MWh arasındaki değişiklik göstermektedir. Türkiye emisyon projeksiyonlarına göre mevcut elektrik sektörü politika ve yapısı ile 2030 yılında emisyonların 200 milyon tonu geçeceği tahmin edilmektedir.
En son yayınlanan emisyon envanterine göre elektrik üretiminden kaynaklanan emisyonlar yaklaşık 139 milyon tondur. Türkiye’nin kısa vadede, 2030 yılına kadar elektrik sektöründe yüzde 10 verimlilik artışı ve yenilenebilir enerjinin payını yüzde 50’ye çıkarak elektrik sektöründeki emisyonlarını 140 milyon ton civarında sabitlemesi mümkün görülmektedir. Bu emisyon azaltımının ya da sabitlemesinin maliyeti yıllık ortalama 2020 yılı fiyatlarıyla 8,5 milyar ABD Dolarıdır. Diğer bir ifadeyle 2030 yılında ton başına emisyon azaltmanın maliyeti 137 ABD Dolarından fazladır. Bu durumda, Türkiye’nin emisyon azaltımını tabana yayması ve elektrik talebini düşürecek önlemler alarak maliyetleri en aza indirmesi gerekmektedir. Karbonun Sosyal Maliyetinin (KSM) 137 ABD Doları üzerinde olduğu durumda yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği yatırımlarına devam ederek net-sıfır emisyon hedefine yakınması gerekirken, KSM’nin 137 ABD Dolarından düşük olduğu durumlarda net-sıfır hedefini gözden geçirmesi ya da ekonomisinin yapısal dönüşümüne yön verecek yeni bir stratejiyi belirlemesi gerekmektedir.
Sonuç olarak Paris Anlaşmasının gereği olarak Türkiye enerjisinin dönüşümünü gerçekleştirmesi ve ekonomisinin yapısal durumunu da göz önünde bulundurarak bunu nasıl yapacağını daha doğrusu stratejisini acilen belirlemesi gerekmektedir.
Yararlanılan Web Siteleri