Uluslararası Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü’nün (IEEFA) “Yeşil çelik için rekabet: Ulusal avantajlar ve konum zorlukları” makalesine göre, yeşil demir ve çelik girişimlerinin ilk dalgası, halihazırda düşük emisyonlu elektrik üretiminin hâkim olduğu elektrik şebekelerine sahip bölgelere odaklanacak gibi görünüyor.
Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının değişkenliği, kapasitenin aşırı büyütülmesini ve çelik fabrikalarına sürekli enerji tedariki sağlamak için enerji depolama çözümlerinin uygulanmasını gerektirirken, hidroenerjinin hâkim olduğu enerji şebekeleri bir avantaj olarak görülüyor.
Makaleye göre, özel yenilenebilir enerji tesisleri inşa etmek yerine temiz şebeke elektriğinden yararlanmak, sermaye harcamalarında uygun maliyetli avantajlar sunarken, şu anda dünya çapında mevcut olmadığından çeliğin karbonsuzlaştırılması için evrensel bir çözüm sunmuyor. İleriye dönük olarak yeşil demir-çelik tesislerinin düşük maliyetli yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip bölgelere kurulması gerekecek.
Kaynaklara erişimi olan bölgeler, gelişen pazar rekabetinde avantajlı konumlara sahip
Makalenin yazarı ve IEEFA’nın Kıdemli Enerji Analisti Soroush Basirat, portalımıza yaptığı değerlendirmede, çeliğin karbonsuzlaştırılmasına ilişkin küresel zorluğun üstesinden gelinmesi, bölgelerin sahip olduğu imkanları, doğal kaynakları, hammadde kaynakları ve mevzuat yapısı gibi hususları dikkate alan özel yerel çözümlerin geliştirilmesini gerektirdiğini belirtti.
Coğrafi avantajlarla ilgili soruyu yanıtlamak için, yeşil demir- çelik üretiminin gerekli bileşenlerine, çeliğin hidrojen bazlı çelik üretimi şeklinde mi veya hurda kullanarak düşük emisyonlu olarak üretimi mi yapılıyor derinlemesine bakılmalıdır. Bu husus hidrojen değer zinciri oluşturulması için yüksek kaliteli demir cevheri ve yenilenebilir kaynaklarının varlığı veya hammadde olarak hurdayı kullanan elektrik fırınlarını içermektedir. Bu önemli unsurlara, kaynaklara erişimi olan bölgeler, gelişen pazar rekabetinde avantajlı konumlara sahiptir.
Yeşil çelik üretiminin yol haritasında, yeşil elektriğin mevcudiyeti en önemli faktör olarak ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle yeşil çeliğe geçiş, elektrifikasyonun başka bir şeklidir.
Dünya çapında, demir-çelik sektörünün karbondan arındırılması için hidrojen bazlı demir-çelik üretimi veya demirin doğrudan elektrolizi gibi yenilikçi teknolojiler geliştirilme aşamasındadır. Bu yaklaşımlardaki ortak payda, birincil enerji kaynağı olarak elektriğe olan talebin önemli boyutta olmasıdır. Uzun yıllar boyunca üretim tesislerinin yer belirleme modelleri son kullanıcılara veya hammadde kaynaklarına olan mesafeyi en aza indirmeye odaklandı, ancak artık yenilenebilir enerji kaynaklarına yakınlık çelik sektöründe yeni bir paradigmayı (değerler zincirini) şekillendiriyor. Güneş ve rüzgâr gibi uygun maliyetli ve güvenilir yenilenebilir enerji kaynaklarına erişimi olan, mevsimselliği minimum düzeyde sağlanmış olan ve enerji depolama tesisleriyle donatılmış bölgeler, yeşil demir-çelik değer zincirinin şekillendirilmesinde önemli bir rol oynamaya hazırlanıyor.
Yeşil demir-çelik girişimlerinin ilk aşamasının, elektrik şebekelerinin ağırlıklı olarak düşük emisyonlu elektrik üretimiyle, özellikle de hidroelektrikle beslendiği bölgelere yoğunlaşması bekleniyor. Buna Norveç, Brezilya, İsveç’in kuzeyi ve Kanada’nın Kebek eyaleti gibi bölgeler dahildir. Bu yaklaşımın başlıca örneği, tesisini İsveç’in kuzeyinde inşa ederek bu stratejiyi aktif olarak uygulayan H2 Green Steel isimli şirkettir. Şirket, halen daha fazla tesis kurmak için şebekeden kolaylıkla temin edilebilen yeşil elektriğe sahip yeni yerler araştırmaya devam ediyor.
İleriye dönük olarak yeşil demir-çelik tesislerinin güneş ve rüzgâr gibi düşük maliyetli yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip bölgelere kurulması gerekecektir. Avustralya, MENA ve Brezilya, demir cevheri üretim merkezlerine yakın yenilenebilir enerji altyapısı geliştirerek lider yeşil demir-çelik merkezleri haline gelebilir.
MENA bölgesi aynı zamanda yeşil hidrojenin evrensel olarak kullanılabilir hale gelmesine kadar geçici bir çözüm görevi gören gaz kaynaklarına da sahip olması nedeniyle bu bölgenin yeşil demir ve çelik açısından bir merkez olma potansiyeline katkıda bulunmaktadır.
Yeşil çeliğe geçişte , doğrudan indirgeme işlemine uygun yüksek kaliteli cevhere erişimin güvence altında olduğu bölgeler ek bir avantaja da sahip olacaktır. Bu özel demir cevherlerinin kıtlığı, gelişmekte olan yeşil demir-çelik pazarında öne çıkmak için yarışan ülkeler arasında rekabeti artıracaktır.
Ek olarak, düzenleyici mevzuat ve çerçeveler dünya çapında yeni ortaya çıkan yeşil sanayi kümelenmelerinin gelişimini şekillendirmede hayati öneme sahiptir. ABD Enflasyonu Azaltma Yasası tarafından yeşil hidrojen üretimi için oluşturulan çerçeve, ABD de yatırımcıları bu alana çekiyor. Diğer taraftan, AB’nin CBAM’ı gibi katı düzenlemeler, kıtadaki çelik sektörünü hem üreticiler hem de ithalatçılar açısından dönüşmeye teşvik ediyor. Bu durum, AB’li çelik üreticileri tarafından başlatılan çok sayıda projeden de izlendiği üzere, büyük üreticileri hızla yeşil çelik çözümlerine yönelmeye zorluyor.
Yeni demir- çelik tesisleri yatırımlarında bu alana özel yenilenebilir enerji düzenlemelerine ihtiyaç var
Teknolojik olarak ileride olan çeşitli şirketlerin çalışmalarının koordinasyonunun sağlanmasının yanı sıra, destekleyici ve kısıtlayıcı düzenlemeler yatırımcıların ve hükümetin katılımı, yeşil çeliğe geçişin önünü açan önemli faktörler olarak öne çıkıyor.
Yeşil demir-çelik üretimindeki rotaların her birinin teknolojik olarak limitleri var. Ancak genel olarak, hem fırınlara güç sağlamak hem de hidrojen üretmek için günün her saatinde yenilenebilir enerji sağlamak, en önemli zorluklardan biridir ve bu konuya daha fazla dikkat gösterilmesi gereklidir. Yeni demir- çelik tesisleri yatırımlarında bu alana özel yenilenebilir enerji düzenlemelerine ihtiyaç vardır.
Halihazırda dünyada yüksek kaliteli demir cevherinin bulunabilirliği sınırlıdır ve bu sınırlamanın giderilmesine yönelik beklentiler, başta Afrika, Brezilya ve Avustralya olmak üzere dünya çapında yapılacak genişleme projelerine bağlıdır. Eş zamanlı olarak, yeni geliştirilecek teknolojilerle düşük kaliteli demir cevherinin kullanımının da kolaylaştırması hedeflenmektedir ve böylece milyonlarca tona ulaşan önemli düşük ve orta kalite demir cevheri rezervlerine sahip Avustralya için fırsat yaratmaktadır.
Şu anda ümit verici bir yaklaşım, hurdanın eritilmesi için elektrik ark ocaklarında yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektriğin kullanılmasını içeren ve düşük emisyonlu çelik üretimi sağlayan ikincil çelik üretimidir. Ancak bu yöntem de, hurda mevcudiyetinin yetersiz olması nedeniyle sınırlamalarla karşı karşıyadır ve yalnızca ABD ve Türkiye gibi belirli ülkeler bu sürece büyük ölçüde güvenmektedir. Hurdanın çelik fabrikalarına gönderilmeden önce toplanmasını, sınıflandırılmasını ve işlenmesini içeren hurda değer zincirini iyileştirmek için de ek yatırım yapılması gerekiyor.
Projelerin finansmanı da yüksek geçiş maliyeti nedeniyle hükümetlerin ve yatırımcıların daha fazla ilgi göstermesini gerektiriyor. Yeşil Kamu Alımları gibi destekleyici politikalar, ilk adım atanlar için geçişi hızlandırabilir.