Yazar: Doç. Dr. Başar BAYSAL
Türkiye nüfusunu temsil eden 3,827 kişilik bir anketin yanı sıra farklı siyasi partilerden 20 milletvekili ile yapılan derinlemesine mülakatlara dayanan araştırmaya göre, iktidar ve muhalefet partilerinin milletvekilleri de daha fazla adım atılması gerektiği konusunda toplumla hemfikir.
Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, toplumun iklim değişikliği konusundaki duyarlılığını netlikle ortaya koyması: Halkın yüzde 64,4’ü, iklim değişikliğini zamanımızın en önemli sorunu olarak tanımlıyor. Yüzde 31,6’sı ise, daha acil sorunlar olduğunu düşünmekle birlikte, iklim değişikliğini önemli bir sorun olarak tarif ediyor. Kısacası toplumun tamamına yakını, iklim değişikliği ile mücadeleye büyük önem atfediyor.
Toplumdaki bu hassasiyetin nedenlerini tespit edebilmek, daha detaylı çalışma gerektiriyor. Ancak yapılan ön görüşmeler, toplumun toprak ile bağının devam ediyor olmasının önemli bir sebep olabileceğine işaret ediyor. Bu durum, toplumun iklim değişikliği ile endişelerinde de kendini gösteriyor: Araştırmaya katılanların en büyük kaygıları arasında susuzluk ve gıda güvenliği öne çıkıyor.
‘İklim değişikliği önemli bir sorun’ diyenler yüzde 96
Gerçekleştirilen ankete göre halkın yüzde 64,4’ü, iklim değişikliğinin gerçekliğine inanıyor ve bunu zamanımızın en önemli sorunu olarak tanımlıyor. Katılımcıların yüzde 31,6’sı ise gündemde daha acil sorunlar bulunduğunu düşünse de, iklim değişikliğinin yine de önemli bir sorun olduğunu belirtiyor. Kısacası toplumun yüzde 96’lık kesimi, sorunun önemi konusunda hemfikir. Yine önemli bir bulgu da iklim değişikliğinin varlığını reddeden iklim şüphecilerin oranının Türkiye’de sadece yüzde 1,2 seviyesinde olması.
Bu yüksek oranlar, halkın büyük bir çoğunluğunun iklim değişikliği hakkında ciddi bir farkındalığa sahip olduğunu gösteriyor. Benzer farkındalık oranlarına daha çok Avrupa ülkelerinde rastlanıyor. Avrupalılar’ın yüzde 77’si, iklim değişikliğini çok ciddi; yüzde 93’ü ise ciddi bir sorun olarak tanımlıyor ve iklim eylemlerini destekliyor. Ancak bu oran Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ve Çin’de çok daha düşük. İklim değişikliği nedeniyle kaygı duyanların oranı ABD’de yüzde 63, Çin’de ise yüzde 65 olarak rapor ediliyor.
Yüksek duyarlılığın sebebi, toprakla süregelen bağlar olabilir
Bir diğer önemli bulgumuz, toplumun iklim değişikliği konusundaki hassasiyetinin; cinsiyete, yaşa, eğitim seviyesine, kırsal veya kentsel bölgede yaşamaya veya yaşanılan bölgeye bağlı olarak kayda değer değişkenlik göstermemesi.
Yalnızca kadınlar erkeklere kıyasla, iklim değişikliğinden doğrudan zarar görmüş kimseler ise zarar görmemiş olanlara kıyasla küçük bir farkla daha hassaslar. Yaş, eğitim seviyesi gibi diğer farklılıklar ise iklim değişikliği konusundaki tutumlar üzerinde ciddi bir etki yaratmıyor. Dolayısıyla yaşlısından gencine, köylüsünden kentlisine, iklim değişikliği konusunda ortak bir hassasiyet ve çözüm beklentisi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu duyarlılığın sebepleri konusunda derinlemesine araştırmalara ihtiyaç var. Ancak araştırmacı tarafından bu konuda yapılan ön görüşmeler, bu hassasiyetin köklerinin, toplumun toprak ile olan bağının halen kopmamış olmasında yatıyor olabileceğine işaret ediyor.
Türkiye, geç endüstrileşmiş bir ülke. Bu nedenle toplumun büyük kesiminin, doğrudan kendisi olmasa bile yakınları, kırsalda tarımla uğraşmaya devam ediyor. Çoğunluğun bir ya da iki jenerasyon büyükleri köyden şehre göç etmiş. Bu anlamda kırsal ve tarım ile olan bağları hala çok güçlü olan büyük bir kesim var. Hala birçok eve köyden salça geliyor, tatillerde ve bayramlarda ziyarete köye gidiliyor; kısacası insanlar, toprakla bağlarını koruyor.
Bu durum, doğayla olan ilişkinin de bir ölçüde korunmasını sağlıyor; insanların çoğu, toprağın kıymetini biliyor. Her ne kadar evsel atıkları ayrıştırmak gibi konular çoğunluk için yeni olsa da, doğanın değerine dair farkındalık yüksek. Orman, hatta bir ağaç bile çok kıymetli. Bahar yağmurları yağmadığında mahsul alınamayacağı biliniyor ve bunun yaşamlar üzerindeki etkisi idrak ediliyor.
En önemli endişe gıda güvenliği ve susuzluk
Bu farkındalık, toplumun iklim değişikliğinin etkileri konusundaki endişelerine de yansıyor. Toplumun kaygılarına bakıldığında, iklim değişikliğinin su kaynakları ve tarım üzerindeki etkilerinin öne çıktığını görüyoruz. Ankete katılanların yüzde 80,6’sı, iklim değişikliği nedeniyle temiz içme suyuna ve tarımsal sulama maksatlı suya erişimin zorlaşacağından endişe ediyor. Ayrıca toplumun yüzde 69’u, tarımın olumsuz etkileneceğini ve gıda güvenliğinin tehlikeye gireceğini ifade ediyor.
Bu güvenlik etkileri, parlamento üyeleri tarafından da öncelikli sorunlar olarak görülüyor. Vekiller, iklim değişikliğinin tarıma ve su kaynaklarına etkisinin yanı sıra aşırı hava olayları gibi sonuçlarının, toplumun yaşam kalitesini doğrudan etkilediğini belirtiyorlar. Sel, fırtına, sıcak hava dalgaları gibi daha şiddetli iklim olaylarının artacağı ve toplumun yaşam kalitesinin doğrudan olumsuz etkileneceği de sık dile getirilen bir başka endişe.
Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, hem halkın hem de vekillerin ekolojik ve insan merkezli bir bakış açısına sahip olması. Ankete katılanların yüzde 61’i, iklim değişikliğinin en fazla gezegenin tamamını ve ekosistemleri tehdit ettiğini düşünüyor. Bunu takip eden hassasiyet ise suya erişim ya da gıda güvenliği gibi iklim değişikliğinin insan yaşamı üzerindeki etkileri. Parlamento üyelerinin de bu duruma dikkat çekmesi; ekosistemlerin ve biyoçeşitliliğin korunmasına güçlü bir toplumsal ve siyasi destek olduğunu gösteriyor. Devlet güvenliğini merkeze alan bakış ise önem sırasında en sonda. Su savaşları gibi iklim değişikliğinin devlet güvenliği odaklı etkileri daha uzak ihtimaller olarak görülüyor.
Halkın yüzde 79,9’u iklim değişikliği ile mücadeleyi yetersiz buluyor
Bu yüksek duyarlılık ve endişeler, halkın beklentilerine de yansıyor: Ankete katılanların büyük çoğunluğu (yüzde 79,9), Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda yeterli adım atmadığını düşünüyor ve daha güçlü eylemler talep ediyor. Ankara’nın iklim değişikliğine yeterince önem verdiğini belirtenlerin oranı, yüzde 20’yi geçemiyor.
Bu sonuçların da açıkça gösterdiği gibi, toplumda daha fazla iklim eylemine yönelik güçlü bir talep var. Bu talebin yüzde 79,9 ile ifade edilmesi, hem iktidarı hem de muhalefeti destekleyen toplum kesimlerinin iklim eylemi beklentisi konusunda hemfikir olduğuna işaret ediyor.
İklim değişikliği ile mücadele konusunda toplumun ve siyasetçilerin beklentileri ise büyük oranda örtüşüyor. Araştırmamız, parlamento üyelerinin büyük kısmının da mevcut önlemleri yetersiz bulduğunu gösteriyor.
Mülakat yapılan muhalefet vekillerinin tamamı, iklim değişikliği ile mücadelede alınan tedbirleri yetersiz bulduklarını ifade ediyorlar. Öte yandan iktidar partisinden vekiller, hükümetin özellikle son dönemde önemli adımlar attığını ifade etseler de, çoğunlukla daha fazlasının yapılması gerektiğini düşünüyorlar.
Bu durum, ülkede iklim eylemi konusunda güçlü bir talep olduğunu ve bu talebin hem toplumda hem de siyasi alanda karşılık bulduğunu gösteriyor. Özellikle iktidar ve muhalefet vekilleri ile toplumun genelinin aynı beklentide olması nedeniyle, bu konuda işbirliği imkanının da yüksek olduğu söylenebilir.
Türkiye, küresel iklim siyasetinde gelişmekte olan ülkelere liderlik edebilir mi?
Küresel iklim yönetişiminde genel olarak gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında bir ayrışmaya gidiliyor. Gelişmiş ülkelerin çok daha önceden başladıkları sanayileşme süreçleri nedeniyle tarihi sorumluluğu bulunduğundan, iklim değişikliği ile mücadelede daha fazla gayret göstermeleri gerektiğine dair genel bir norm oluşmuş durumda. Ancak bunun uygulamada nasıl karşılık bulacağı halen muğlak ve uluslararası siyasetin temel bir konusu.
Bu küresel iklim siyaseti çekişmesinde Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere liderlik etme potansiyeli ihtimali akla geliyor. Son dönemde uluslararası arenada daha aktif siyaset izleten Türkiye, iklim siyasetinde de gelişmekte olan ülkelerin sesi olabilir mi? Bu liderlik, Türkiye’nin uluslararası arenada daha etkili bir aktör olarak öne çıkmasını sağlayabilir ve küresel iklim çabalarına katkıda bulunarak ülkenin diplomatik konumunu güçlendirebilir.
Çalışmamız gösteriyor ki bunun doğru bir yaklaşım olacağı konusunda hem iktidar hem de muhalefet vekillerinin tamamı hemfikir. Fikir ayrılığı; liderliğin gerekliliği hakkında değil, lider olma kapasitesi hakkında ortaya çıkıyor.
İktidar vekilleri, Ankara’nın küresel iklim politikalarında gelişmekte olan ülkelere liderlik etmesi gerektiğini söylüyor ve bu kapasiteye sahip olduğunu savunuyorlar. Muhalefet vekilleri ise Türkiye’nin bu rolü oynaması gerektiğini vurgularken, mevcut iktidarın liderlik rolü oynamasının zor olduğunu ifade ediyor.
Öte yandan iktidar partisi vekillerinin çoğunluğu, iklim değişikliğini apolitik bir mesele olarak görüyor. Bu nedenle partiler arası işbirliği sağlanabileceğine inanıyorlar. Muhalefet vekillerinin ise bu konuda farklı görüşleri var. Vekillerin yarısı, iklim değişikliğinin doğası gereği siyasi bir mesele olduğunu düşünürken bir kısmı ise iklim değişikliğini ortak bir sorun olarak görüyor ve yerleşik siyasi dinamiklere rağmen daha geniş bir işbirliği olanağı sunduğuna inanıyor.
Milletvekillerinin genel bakışı gösteriyor ki, iklim değişikliği ile mücadele konusunda iktidar ve muhalefet arasında bir işbirliği potansiyeli var. Ne var ki ne iktidar ne de muhalefet vekilleri, bu alandaki işbirliğinin farklı alanlar için de ön açıcı olabileceği konusunda iyimser değil.
İklim politikalarının ne şekilde geliştirileceği tartışma konusu olsa da, bu araştırma, Ankara’nın daha etkili politikalar geliştirmesi gerektiğine dair önemli bir işaret veriyor. Anket sonuçlarından da görüldüğü üzere, toplumun iklim değişikliği farkındalığı oldukça yüksek ve bu farkındalık, güçlü bir eylem beklentisiyle birleşiyor. Bu beklentinin somut politikalarla ve kararlı adımlarla karşılanmaması ise toplumsal memnuniyetsizliğe dönüşmesi riskini taşıyor.