Yazar: Soroush BASIRAT – IEEFA
Hidrojenin enerji sektöründeki rolü, son yıllarda daha gerçekçi bir perspektifle değerlendirilmeye başlanmıştır. Özellikle çelik gibi ağır sanayi sektörlerinde, karbon emisyonlarını azaltmak için hidrojenin kullanımı umut vadetmektedir. Ancak, hidrojenin farklı türleri arasında mavi hidrojenin etkinliği ve sürdürülebilirliği ciddi şekilde sorgulanmaktadır. Bu durum, çelik sektörünün karbonsuzlaşma hedeflerini mavi hidrojen ile gerçekleştirme çabalarının stratejik bir risk taşıyabileceğini göstermektedir.
Çelik üretimi, karbon yoğun süreçleri nedeniyle küresel emisyonların yaklaşık yüzde 7’sinden sorumludur. Hidrojenin, fosil yakıtları ikame ederek bu süreçlerdeki karbon emisyonlarını azaltabileceği düşünülmektedir. Özellikle hidrojen tabanlı doğrudan indirgeme (H₂-DRI) yöntemi, fosil yakıtlardan bağımsız, düşük emisyonlu çelik üretimi için umut vaat etmektedir. Bununla birlikte, hidrojenin türü bu süreçte kritik bir öneme sahiptir. Yeşil hidrojen yenilenebilir enerjiyle üretilirken, mavi hidrojen fosil yakıtlara dayanmakta ve karbon yakalama ve depolama (CCS) teknolojisini kullanmaktadır. Ancak, mavi hidrojenin karbon azaltma etkisi tartışmalıdır.
Mavi Hidrojenin Karbonsuzlaşma Üzerindeki Etkisi
Mavi hidrojen, düşük maliyetli üretim avantajına rağmen çevresel etkileri nedeniyle eleştirilmektedir. Karbon yakalama ve depolama teknolojisi (CCS), mavi hidrojenin karbon ayak izini azaltmada yetersiz kalmaktadır. Çalışmalar, CCS’nin hedeflenen yüzde 95’lik karbon yakalama oranlarına ulaşamadığını ve bu nedenle önemli miktarda karbon emisyonunun atmosfere salındığını göstermektedir. Buna ek olarak, mavi hidrojen üretimi sırasında meydana gelen metan sızıntıları, hidrojenin çevresel faydasını daha da gölgelemektedir. Metan, karbon dioksite kıyasla çok daha güçlü bir sera gazıdır ve uzun vadeli etkileri ciddi boyutlardadır.
Regülasyonlar ve Piyasa Trendleri
Mavi hidrojenin geleceği, giderek sıkılaşan uluslararası emisyon standartları nedeniyle belirsizdir. Avrupa Birliği, düşük karbonlu yakıtlar için yüzde 70 emisyon azaltımını şart koşmaktadır. Ancak, mavi hidrojenin bu standartları karşılaması oldukça zordur. Almanya gibi ülkeler, kısa vadede mavi hidrojeni geçici bir çözüm olarak görse de, uzun vadede yeşil hidrojene yönelmek zorundadır. Shell ve Equinor gibi büyük enerji şirketleri, yüksek maliyetler ve talep eksikliği nedeniyle mavi hidrojen projelerini iptal etmektedir.
Bunun yanı sıra, çelik üreticilerinin de mavi hidrojenle ilgili kaygıları artmaktadır. Yeşil çelik talebinin giderek yükseldiği bir ortamda, mavi hidrojenin fosil yakıtlara olan bağımlılığı, endüstriyel alıcıların uzun vadeli sözleşmeler yapmasını zorlaştırmaktadır. Otomotiv sektörü gibi büyük çelik tüketicileri, düşük emisyonlu malzemeler talep ederek yeşil çelik üretimini teşvik etmektedir.
Maliyet ve Stratejik Riskler
Mavi hidrojenin üretim maliyetleri, büyük ölçüde fosil yakıt fiyatlarına bağlıdır ve bu durum, maliyet dalgalanmalarına yol açmaktadır. Öte yandan, yeşil hidrojenin üretim maliyetlerinin, elektroliz teknolojisindeki ilerlemeler ve yenilenebilir enerji fiyatlarındaki düşüşlerle birlikte hızla azalması beklenmektedir. Uzmanlar, 2030 yılına kadar yeşil hidrojenin maliyet açısından mavi hidrojenle rekabet edebilir hale geleceğini öngörmektedir. Bu durum, mavi hidrojen yatırımlarını uzun vadede ekonomik olmayan bir seçenek haline getirebilir.
Mavi hidrojen projelerinin önemli sermaye gereksinimleri de risk oluşturmaktadır. Yeşil hidrojenin aksine, mavi hidrojen üretim tesisleri ve karbon yakalama altyapısı büyük başlangıç yatırımları gerektirir. Bununla birlikte, yeşil hidrojenin modüler yapısı sayesinde daha küçük ölçekli ve aşamalı yatırımlar mümkün olmaktadır. Bu da yatırım riskini azaltmaktadır.
Mavi hidrojen, çelik sektörünün karbonsuzlaşması için etkili bir çözüm olma potansiyelinden yoksundur. Hem çevresel etkiler hem de ekonomik sürdürülebilirlik açısından yeşil hidrojen, çelik sektörünün düşük emisyon hedeflerine ulaşması için daha uygun bir alternatiftir. Yeşil hidrojenin maliyetlerinin düşmesi ve yenilenebilir enerji altyapısının gelişmesiyle birlikte, sektörün bu dönüşüme odaklanması gerekmektedir. Çelik üreticileri ve yatırımcılar, fosil yakıt temelli teknolojilere bağlı kalmanın uzun vadeli stratejik risklerini göz önünde bulundurarak yenilenebilir enerji tabanlı çözümlere yönelmelidir.